12 Mart 2011 Cumartesi

TİCARİ ZEKA


                                                                        
Kendimden bir örnek vererek konuya gireyim. Ne kendi IQ mu bilirim, ne de duygusal zekamın IQ sunu bilirim. Bu güne kadar merak da etmedim, dert de.. Öyle ahım-şahım bir zekaya sahip olduğum söylenemez.. 1979 yılında girdiğim Üniversite sınavlarında 410 Puan almışım (ben hatırlayamadım, babam söyledi..) mesela arkadaşlarım 390 puan ile bayağı iyi fakültelere girmişlerdi. Rakamlarla ve tercihlerle aram iyi olmadığı için o zeka ile açıkta kalmıştım. Kısaca; kendime yetecek, işlerimi görecek, bir devlet kurumundan emekli olabilecek kadar zekaya sahibim… (Emeklilik demişken bir anekdot: Devlet memurluğu ve sonunda emekliliği hak etmek, ineklerle biraz benzeşir. Yeni doğan bir yavru ineği (buzağı) ahıra bağlar, önüne samanını, suyunu koyarsan, önce düve, 3 yıl sonra mezbahada kesime gönderilebilecek bir DANA olur, çıkar.. Emekli devlet memurları da kapağı devlete attıktan sonra öbür kapıdan, zamanı gelince emekli olur çıkarsın!!) Benimkisi, sıradan ve olağan bir zeka… Hani “pırıltısız” olanından! Çok zorlarsam belki biraz “sivri” denilebilir zekama, o kadar… Fazlası yok. En azından ben tecrübelerime bakarak böyle hissediyorum..
Zeka tabir edilen “şey” burcumun özelliklerini de göz önüne alırsak, mümkünü yok ticari bir zeka olarak kayda girmez, giremez. Ben 3 kuruşa aldığım bir malı, 3,5 kuruşa satamam ki.. Yani o kadar ticaretten uzağımdır. Bazı insanlar kafaları ise ticarete müthiş çalışır. Benim ise tam tersi.. 3 kuruşa aldığımı, 2 kuruşa zor satar, sonunda da eğer ticarethane sahibi isem, kesin iflas ederim. Ne yazık ki böyleyim.. Değiştirilemeyecek ve bu yönde eğitilemeyecek kadar sabit bir zekaya sahibim. Bu herhalde genlerim de var. Rahmetli dedem, Mustafa oğlu İsmail Memiş’de benim gibiymiş… Direkt bana bunu söylemediler, fakat ben onun hakkında duyduklarımı bir araya getirdiğimde, ortaya bu sonuç çıktı. Ayrıca diğer dedem, Hüseyin Erdem’de bir ara bulunduğu köyünde bakkal dükkanı işlettiğini ve işlerinin bozulması sebebi ile köyümüze, Poyrazdamları Beldesi’ne ailesi ile birlikte göç ettiğini öğrenmiştim.. Demek ki anne tarafında da durum iç açıcı değil! Bazı özelliklerimizi, huylarımızı çok çok önceki kuşaklardan, büyük büyük dedelerimiz-ninelerimizden genler vasıtası aldığımız buradan belli... Mesela örnek ben; bu huylarım bana onlardan yadigar kalmış. Tahmin etmezsiniz belki ancak ben bu huylarımı, atalarımdan aldığım bu özelliklerimi çok ama çok seviyorum.
Genlerimiz ile taşıdıklarımıza bir örnek daha vereyim. Babamın babası, benimde adını taşıdığım, İsmail Dedem, Kurtuluş Savaşımız sırasında askerliğini yaparken, Doğu’da (Erzurum ve civarında..) Kazım Karabekir Paşa’nın bizatihi makam aracı şoförlüğünü yapıyormuş. Hatta bunu dedemin babama, amcalarıma ve halalarıma anlattığı onlar tarafından da aile içinde dillendirildiği sırada küçük yaşlarda öğrenmiştim. Yakın bir zaman önce internette araştırdım, hatta bir ara Kazım Karabekir Paşa’nın hayatta olan bir kızı var, ona ulaşmayı falan aklımdan geçirdim, sonra ise vazgeçtim.. Hani belki onlarda bir resim bulunur veya kayıtlarında bir not olarak dedemin ismi falan yazıyordur, diye düşündüm. Dedemin ismi ile ilgili bir kayda rastlayabilirsem ne iyi olur, düşüncesi ile hareket etmiştim ancak sonradan askıya aldım, bir ara tekrar ulaşmaya çalışacağım. Diyeceğim, herhalde şoförlük de dedemden geçti bana çünkü bakıyorum da benim kullanış ve araçlara yaklaşma biçimim, kimselere benzemiyor.. Herkes otomobil kullanmakta biraz vurdum duymaz, çoğu zaman dikkatsiz. Bunu gözlemleyebiliyorum. Bu işi hafife alan, bana bir şey olmaz’cı bir sürü tanıdığım var, sık sık onların davranışlarını izlerim. Arabam ile üç adım mesafeye de gitsem, en basitinden söylüyorum, emniyet kemerini hemen takarım, uzun yolda ve güneşsiz havalarda devamlı farlarımı yakarım. Ayrıca.. Her neyse araç kullanırken diğer yaptıklarımı ise anlatmayayım, çok uzun sürer. Başka bir yazıda belki..
Nereden nereye geldik! “Ticari zeka”dan bahsediyorduk, konu biraz dağıldı.. Olsun! Ben şikayetçi değilim, yazmaktan yorulmam… Siz de şikayetçi olmayın, bu defalık.. Söz, hemen konuyu toparlıyorum. Ticari olarak bugüne kadar ne bir otomobil alıp satmışımdır, ne de (bizim meslekte revaçtadır, devlet çaktırmadan bünyesindeki güvenlik görevlilerini maddi olarak desteklemek için onların silah alıp-satmalarına, devir-teslim yapmalarına bir şey demez) bir silah alıp satmışımdır. Böyle işlere aracılık dahi etmemişimdir. Kısaca, yapamıyorum.. Olmuyor.. O kazancı hak etmediğim gibi bir his beni sarar, içimi kemirir. Bir işyeri açayım, mal alıp satayım, en basitinde,n sermaye gerektirmeyen komisyonculuk, takipçilik gibi.. bir işle uğraşıp, para kazanayım gibi bir düşüncem hiç olmamıştır.  Ticarette karşı tarafın, sattığım veya aracı olduğum malı pahalı olabileceği için belki alamayacağını düşünerek çok üzülür, zararına bile vermeye çalışmam, benim ticari zekada ne durumda olduğumun içler acısı göstergesidir! Yani 15 Bin liraya aldığın bir arabayı, iki gün sonra 16 bin liraya satamam ki… Bunu yapamam. Bu durum bende yukarıda da anlattım ya zannediyorum ki “IRSİ”.. (Belki de; tüm bunları yapmak sana zor geliyor, ticarette bir çaba ister ve bu özelliğine IRSİ deyip geçiştiriyorsun diyeblirsiniz.) O yüzden ben, KAZANMAYA değil KAYBETMEYE, diğer deyiş ile hep kendimizden bir şeyleri karşılıksız vermeye alışmış, bu yönde gelenekleri ”SAĞLAM” olan bir “Kadılar Sülalesi”nden gelmekteyim… Bu sülalede, sadece ben değilim bu durumda olan, daha bir çok akrabam var, onlarda benim gibiler.. Bu yüzden diyorum ki; genlerimdeki kodların dışına mümkün değil çıkamam, bunu istesem de yapamıyorum ki… Eğer çok zorlarsam, gözünü kırpmadan birine tabanca ile ateş etmiş gibi bir hisse kapılırım herhalde.. İşte bu kadar hassasım, bu konularda..
Her neyse ne, ne olursa olsun, ne derseniz deyin, ben yine böyle de huzuru bulabiliyor muyum? Evet. Dünyaya gelen herkesin bir nedeni vardır. Benim nedenim ise, yukarıda anlatmaya çalıştığım “şey”dir. Hiç gocunmadan, 7 den 70 e yardıma koşmaya çalışırım.. Tabi ki suistimal edilmediğim müddetçe.. Bu yüzden elimden ne gelirse, yaparım. Bu “yardıma koşmak” işi zaten ticari zekanın baş düşmanıdır! Elinde avucundakini veren, yardımsever birisi isen, zaten ticari zekadan yoksunsun demektir. Benim gibi ticaretten uzak durursun. Varsın ticari zekadan yoksun olayım, dert mi? Hiç dert değil.. Böyle daha çok mutlu ve huzurlu muyum?.Cevap: kocaman bir EVET!  Yeter ki tanıdık, tanımadık biri benden bir şey istensin ve bu da yapabileceğim bir şey olsun… Gerisi teferruattır!

13.02.2011
13:15

10 Mart 2011 Perşembe

TARHANA NASIL TÜKETİ(RİM)LMELİ


Tarhana milli yiyeceğimiz-içeceğimizdir. Tarhana, normal olarak suya yeter miktarda karıştırılıp, (ölçü; 1 çorba kasesi suya, bir yemek kaşığı tarhanadır. Bazen tarhananın yoğunluğuna göre değişebilir.) pişirilerek elde edilen bir geleneksel çorbamızdır. Bu çorbaya bir takım ilaveler eklenmesi halinde daha lezzetli bir hale getirebiliriz. Nasıl mı? Şöyle ki…
İLAVELER
1 –Çorba içine pişirilme esnasında yapılan ilaveler.. Bunlar neler olabilir? İster hazır alalım isterse de evde elde ettiğimiz et suyu, tavuk suyu, tereyağı, nane.. gibi ilaveler ile pişirdiğimiz tarhana çorbasına ekstra lezzet katabiliriz. (Not; kesinlikle salça eklenmez!)
2 – Çorba içersine servis edilme esnasında yapılan ilaveler… Bunlar ise çok çeşitli olmakla beraber,(tarafımdan)  en beğenilenleri şunlardır:
 1 Yemek kaşığı, ya da arzu edilen miktarda, küp küp kesilip hafif tava içinde yağda kızartılmış ekmek parçaları veya,
 1 Yemek kaşığı, ya da arzu edilen miktarda –bir gün önceden kalmış da olabilir- kuru fasulye veya,
 1 Yemek kaşığı, ya da arzu edilen miktarda-bir gün önceden kalmış da olabilir- Arnavut ciğeri veya,
1 Yemek kaşığı, ya da arzu edilen miktarda- pastörize süt veya,
1 Yemek kaşığı, ya da arzu edilen miktarda- koyun-inek-keçi sütünden mamül (ufalanmış şekilde)  beyaz peynir ilave edilir ise, çorbaya daha iştahlı kaşık sallarsınız ve “ben böyle lezzet görmedim!” diyeceğinizi garanti ederim!.
3 - Çorba tüketilirken yanında garnitür olarak tüketilecekler… Bunların çok çeşitli olduğunu söyleyemem.. Bizim buralarda, yukarıda anlattığım ilaveler yapılsa da yapılmasa da mutlaka yanında, eğer mevsimi ise bir salkım yaş üzüm tüketilmektedir. Yani bir kaşık çorba, ardından 2-3 üzüm tanesi ağza atılırsa mükemmel bir lezzet oluşturur. Deneyin, göreceksiniz...
Tarhana Çorbasının yanında yaş üzüm de “neyin nesidir?”  demeyin.. Bu “adet yada gelenek” beldemize aittir. Manisa ili Salihli ilçesi Poyrazdamları Beldesi'ne.. Bizim bu geleneğimiz Manisa ili dışında pek bilinmez. Gerçi Manisa ve İlçelerinde de az bilinir.. Yeni yeni diğer bölgelerimize de yayılmaya başlamış olabilir. Tam bilemiyorum. (Manisalı olup da arada bilmeyenlerde çıkabilir, tabii ki..)  
Bu çorbanın, üzüm ile birlikte tüketilmesi için en uygun zamanın, özellikle oruç tutarken iftarda birlikte yenmesidir, diyebiliriz... Bana gelince, ben nasıl tüketiyorum?…  Yukarıda yazdığım gibi pişirilirken içersine herhangi bir ilave yapılmadan, piştikten sonra ise içersine, yukarıda saydığım ilavelerin tamamı ile severek yerim.  Bu çorbayı yanında üzüm ile tüketmek (diğer dondurmalar ile Magnum dondurma arasındaki fark gibidir!!) benim damak tadıma tam anlamı ile uyar. Mevsiminde yanında “üzüm” tüketmek kaydı ile “süt” ve “peynir” ilavesi benim favorimdir.
Afiyet olsun…
10.03.2011
18:45