29 Ocak 2011 Cumartesi

BİR PARMAK BAL

Bu hükümetin Türkiye Devletine, kurumlarına en önemlisi de Türk Halkı aleyhine gelişen yada gelişmekte olan olayların tümüne müsamaha ile yaklaşması beni derinden kahrediyor. Bunu “kör gözüm parmağına” diyerek aleni yapması, bu yönde hiçbir tavsiyeye uymaması, karşıt bir sese kulaklarını tıkaması, üzerilerine giydikleri “Türkiye Sevgisizliği”ni, Cumhuriyetten “öç alma” eylemini ve AB-D ‘nin “ekmeğine yağ sürmek” ten başka bir işe yaramıyor.  Bu, ne bitmez tükenmez bir hınç ve öfkeymiş ki, 80 yıl boyunca içlerinde “pusu”ya yatırmışlar, hiç unutmamışlar!. Ayının kış uykusuna yatması gibi bunlarda bu kalleşliği yapacakları günlerin geleceğini bekleyerek onu içlerinde kış uykusuna yatırmışlar.  
                Son yıllarda Ülke olarak bilhassa AKP hükümetleri süresinde olmazsa olmazlarımızdan bir bir vazgeçtik, vazgeçmekle kalmadık, tüm bunları yerin dibine gömdük.  Kırmızı çizgilerimizden vazgeçilir ama bu nasıl olur? Daha fazla kazanacağımız bir başka kırmızı çizgimiz olursa diğerinden pekala vazgeçebilirdik. Ama öyle yapmadık. Bir çırpıda, bu hükümetin iktidara gelmesi ile –şarkıdaki gibi- bir anda her şeyden vazgeçildi. Bizler, Türk Halkı olarak, vaat edilen ve bizlere verilen yada bizim aldığımız bir nema ya da herhangi bir çıkar söz konusu değil.. Devlet ve millet olarak çıkarımız yok! Nasıl vazgeçtik peki? Bireysel çıkarlar uğruna mı? Bu iktidarın 8,5 yıllık icraatında, “orta direk” ve yoksul kesime neler verildi ki millet sesini çıkarmadan ipnotize edilmiş, boş bakışlar sergiliyor?  Millete verilen ise koca bir “hiç”! Haa.. hakkını yemeyelim, 3 torba kömür, 1 kilo nohut aldık her yıl.. Veya önemli günler öncesi.. Belediye seçimleri, genel seçimler veya referandum gibi.. Her gelen iktidarın kendi zenginlerini yaratması artık Ülkemde “olağan” karşılanmaya başladı. (Hükümetler, iktidardan düştükten sonra da bu türlü peşkeş çekmelere, sanki kendileri hiç yapmamışlar gibi, çok defa karşı çıkmışlardır. Örnek; Süleyman Demirel!) Kimse bu konuda eleştiriyi bırak “gık”ını çıkaramaz, çıkaranların ise derdest edilip, Silivri dolaylarındaki BERTARAFHANE’ye tıkıldıklarını biliyoruz. AKP iktidarları boyunca asılsız bahaneler ve suçlar isnat ederek çok kişinin canını yaktılar, çok ah! aldılar. Askeri vesayetten şikayet edip, sivil vesayet’in daniskasını yaptılar ve uyguladılar. Tıpkı Hitler gibi… Mussoloni gibi..
                Tüm bunlar meydana gelirken, bu hükümeti korkutacak tek şey ise; toplu, yekvücut karşı koyacak, halk kitlesini arkasına alacak oluşumlardı.  Mustafa Balbay’da tv. program yapıyor ve hiciv de katarak hükümeti fena yıpratıyor, eleştiriyor ve sallıyordu. Hemen mideleri bulandı, başları döndü! Sallanarak da hükümet edilmezdi ki! Zaten etmediler de, sallanmalarına sebep olan “fırtınayı” ortadan kaldırdılar. Bir nevi doğaya da karşı gelmiş oldular. Balbay’ı bin bir bahane ile içeriye tıktılar. Yaprak kımıldasa, yaprağı da Silivri cezaevine koymaktan çekinmediler. Her şeyden korkar oldular. Merak ettim, yürürken bile arkalarından “tin tin” eden gölgelerinden de korkuyorlar mıdır? Neyse, yine bir diğer sallantıya neden olan, benzer şekilde kendi tv. kanalında ve internet üzerinden, Cumhuriyet Mitinglerine destek veren ve 1 Milyon kişiyi örgütleyen Tuncay Özkan’ın da sonu Balbay’la aynı olmak zorundaydı. Ama bunların ikisi içeride koğuş arkadaşı oldular. Orada da bir örgütlenmeye gitmesinler. Bence hükümet buna çok dikkat etmeli.. N’olur n’olmaz!
                Hükümetin ve kendisine direkt bağlı medyanın, tüm bu yapılanları normalmiş gibi algılaması ve öyle yansıtması, bu insanlara ve bu Ülkeye çok kötülük yaptıklarının farkında olduklarını, bence bilerek ve isteyerek Türkiye’yi bu cendereye soktuklarını gösteriyor. Bu arada “sularının ısındığını” da biliyorlar.. İşte en son Tunus ve Mısır’da meydana gelen olaylar.. Yıllardır iktidarı bırakmayan “sözde cumhuriyetler” domino etkisi ile bir bir yıkılıyor. (Haa.. bu ülkelerdeki olaylarda ABD’nin etkisi ne kadardır, o tartışılır.) Bu örneklerin bize sıçramaması gerekir, bu yönde hükümet önlemler almaya başladı-başlayacak gibi. Emniyet’in de hapse atmak için Askerlere komplo merkezi gibi çalıştığı ortaya çıktığına göre -tahminim- başta Silivri’nin önde gelenleri salıverilecek veya çıkarılmalarına müsaade edilecek.. Sonra bu olumlu hava ile seçimlere gidilecek.. AKP yine çoğunluk oylarını almış olacak. Hemen ardından da Anayasa değişikliği ile başkanlık sistemi gelecek, bununla birlikte Öcalan ile yapılan anlaşma gereği, otonom mu olur, bölgesel mi olur yoksa federe mi olur, bir sistem güneydoğuya uygulanacak ve “bebek katili” de salıverilecektir. Gerisini buraya elim varmadığı için yazamayacağım! Bu gidişi ancak Tunus ve Mısır benzeri bir ulusal kimlik altında isyan-başkaldırı ile durdurulabilir. Bizlere başka çare bırakılmadı ki! Bunu durdurmak veya geciktirmek, 2007 genel seçimlerinde CHP-MHP kısır çatışma ve oy kaygısı olmadan ittifak etselerdi, mümkün olabilirdi. Ama maalesef... Bu yüzden, hükümet edenler referandumdan aldıkları rüzgar ile bu kez de bu oldu bittiyi gerçekleştirecekler. Benden söylemesi.
                Tüm bunların yaşanmasına sebep olan acaba nedir? Ne düşünüyorsunuz bilemem ama ben kendi düşüncemi gayet iyi biliyorum. Açıklayayım. Birinci paragrafta bahsettiğim, yabancı devletlerin “ekmeğine yağ sürmek” olayı var. Nasıl yaptık bunu.. “Kırmızı çizgilerimizden” biri olan Kuzey Irak’taki Kürt yönetiminin her ne pahasına olursa olsun, bir devlet haline gelmemesi için yapılan çalışmalar, nerede kaldı? Bu hükümet neden ses etmez bu gidişe.. İşte en önemli yer, zurnanın zırt dediği yer de burasıdır. Çünkü orada ABD’nin el koyduğu petrolü, büyükçe bir kazan içersinde ki “bal” olarak ele alalım. Bu kazandan ABD, canı istediği zaman parmağını daldırıp, aldığı balı, ağzını açmış bu hokkabaz sürüsüne sırasıyla akıtmaktır. Önce RTE’ye, ardından diğer hükümet üyelerine, ileri gelen iş adamlarına, hükümettekilerin hamiliğini yaptığı kişilere ve akrabalarına falan filan..  Hepsinin ağzına birer parmak bal çaldıktan sonra parmağındaki bal bulaşıklığını da tekrar RTE’nin ağzına sokarak, iyice temizletmektedir. Yoksa RTE kelle koltukta neden bu kadar riske girsin ki?.. Hadi kendisi ve onun gibi düşünenler, Cumhuriyete ve TSK’ya ezelden öfkeliler. Siyasi tercihleri nedeni ile bunu yapıyorlar, ya diğer yaptıkları; örneğin hortumcuların hortumunu kestik demesinin ardından, bu defa hortumları  yabancı yatırımcılara çevirip, onlar tarafından (eskiden hiç olmazsa yerli bazı uyanıklar soyardı bizi) soyulmamıza göz yumması, Irak’ta gözümüzün önünde bir devletin inşa edilmesine yine göz yumması, Türkiye’yi belirsizlik tünelinin içine sokulması, dini tarikatlara teslim edilmesi.. Tüm bunlar AB-D’nin pohpohlamalarıyla veya aferinleri ile yapılacak işler değildir.. Neyle yapılır peki? Tabii ki doların yeşili ile.. Ne demişler “dünyada mekan, ahrette iman” İman şöyle dursun ama “mekan” doların yeşili ile olur, başka bir şeyle olmaz! Vereceksin yeşili, alacaksın geleceği.. Vermeden almak Allah’a mahsustur. İşte gavurlar bu sözümüzü çok iyi hayata geçiriyorlar, öyle değil mi? Haaa.. RTE parmakta son kalan balı da temizlemek için iyice yaladıktan sonra geride kalan hafif nemli ve hafif tatlı “bulaşığın” son temizliğini de bu halka yapmaktadır. Garibanlarda zannediyor ki RTE bir parmak da bal bizim ağzımıza çalıyor..En azından ona oy verenler bir parmak bal yaladıklarını zannetmektedirler. Aslında gözleri bağlı olduğu için ağızlarına sokulan parmaktaki hafif tatlı nemli bulaşığı “bir parmak bal” sanmalarıdır.

29.01.2011
12:10

26 Ocak 2011 Çarşamba

GÜLÜMSE

Şu “üç günlük dünya”’da neyi alıp-veremiyoruz! Nedir bu birbirimize olan hınç, öfke ve kin’den oluşan ve bizi devamlı kemiren kötü duygular.. Kötümserliğe, kahredişe, küskünlüğe hiç değer mi? İşte geldik işte gidiyoruz. Biz gittikten sonra ne olacak? Tüm yaptıklarımız bizimle birlikte gitmeyecek ki! Yaptığımız iyilik ve kötülükler.. hangisi için daha çok zaman ve enerji harcadığımızın hesabı arkamızdan yapılacak. Onları bırakacağız geride. Neler bıraktığımıza bakarak bizi tanımayanlar da bizleri öğrenmiş olacak.. nasıl yaşadık, neler yaptık ve nelere “taptık”, mesela hiç gülümsedik mi? Karşılıksız selam verdik mi? Öğrenilen bu özelliklerimizden sonra arkamızdan dudak bükecekler.. Silik ve iz bırakmadan uçup giden bir yaşam, gülümsemeden mahrum geçmiş koca bir ömür! Ne felaket bir duygu bu!.. Oysa spor yapmayan bir gençlik ve millete sahip bu koca Ülke, yavaş yavaş gülümsemeyi de unutuyor. Nasrettin Hoca’lar Keloğlanlar, Dümbüllü’ler, Kavuklu-Pişekar’lar yetiştiren bu millet gülmeyi neden unutsun? Spor yapıp kaslarımızı hareket ettir(e)miyoruz ama gülerek yüzümüzdeki 17 kası hareket ettirebiliriz. Hem de hiç zorlanmadan, aşırı bir güç gerektirmeden, zorluk yaşamadan ve çaba sarf etmeden! Hadi hep beraber yapalım şunu… Gösterelim bunu bütün dünyaya!  
                Burada hemcinslerime şu tavsiyede bulunmak isterim; kesinlikle afili (uzun kısa veya jöleli, arkadan bağlamalı gibi..) saç kesimi,  sakal, top sakal, bıyık, dudak-sakalı bırakmak, “çene üstü az sakal” bırakmak gibi gereksiz, kendi kişiliklerini asla yansıtmayacak, sırf moda olduğu ve her gencin suratında bu saydığım “kıl kümelerinden” biri veya ikisi bulunduğunu görüp, aynı yöntemle o temiz yüzlerine bunları uygulayıp “kıllanmak”tan vazgeçiniz.  Bir kaza haberi üzerine gittiğimiz Antalya Üniversitesi Tıp Fakültesi bahçesinde gördüğüm esmer ve zayıf (istisna bazı kilolu erkeklerde dahil..) erkeklerin tamamında yanaklar, dudak ve çene üzerinde bu “kıl kümeleri”nden vardı. Bir müddet onları izledim. Hadi moda diye giysi şekilleri birbirine benziyor diyelim. Çünkü bu devirde İspanyol paça pantolon geniş yaka gömlek giymek isteseniz de satın alamazsınız çünkü “moda” değil.. Özel yaptırmanız icap eder. Ona da zaman elvermez. Çünkü yaşam çok hızlı! Yani giysilerin birbirine benzemesine tamam diyelim ama kardeşim o surat senin, sana giysiyi satan dükkan sahibi “yüzünde muhakkak kıl olacak” diye koşul mu koydu? Ki devamlı suratında o kıl kümesini taşıyorsun! Sen daha yeni 20’li yaşlara ulaşmışsın.. Yazık o “bebek yüzüne”.. Her zaman söylerim, yine söyleyeyim; erkek (genç-yaşlı fark etmez) yüzünde bıraktığı kesmekte geciktiği kirli sakal veya bıyık-sakal kombinasyonlarının tamamı en az 5 yaş ihtiyar gösterir insanı.. Sakal bazen daha da yaşlı gösterir.. sizler gençsiniz.. Bence her gün pırıl pırıl traşlı ve temiz ve aydınlık yüzlü olmak zorundasınız. Neden mi? Genç olduğunuz anlaşılsın diye.. Kendinizi ihtiyar göstermek için bu kadar çabaya gerek yok ki!  İsteseniz de istemeseniz de ileride yaşlanacaksınız.. Bu genç yaşta yaşlı görünmek istemenizi anlamıyorum, anlayamıyorum.. Sırf, “trend” veya “imaj” gibi İngilizce kavramları öne sürerek, bunların ardına sığınamazsınız.
                Yüzünüzde garip şekilli kıllar kümesi bırakacağınıza, herkesin bildiği-bilindik, iç açıcı bir TEBESSÜM bırakınız.. Bu hepsinden de anlamlı olur. Kadınları bir kenara koyarsak, 20’li yaşlarda, temiz yüzlü, traşlı ve gülümseyen bir genç adamdan daha aydınlık ve güzeli ne olabilir? Onun için “kıllanmayalım” ve hep gülelim! Karşımızdakini geçici bir imaj-trend ikilisi ile değil, bize ait olan, bizi en iyi yansıtan bir gülümseme ile etkileyelim. Unutmadan, Zeki Müren Beyefendiden dinleyelim; Bir tatlı TEBESSÜMün, bin vuslata (kavuşmaya) bedeldir!
26.01.2011
19:37

14 Ocak 2011 Cuma

HOŞGELDİN BEBEK


            Hoş geldin bebek! Hoş geldin dünyamıza.. Annen baban seni görmekten mutlu.. Bizlerde öyle.. Gözlerini dört açıp dikkatlice bakıyorsun şaşırdın mı bizi gördüğüne?  Ya sen, sen mutlu musun bizi görmekten.. Bu karmakarışık, değerlerin alaşağı edilmiş olduğu bir düzenin tam da ortasına düştüğüne için mutlu musun? Nereden bileceksin ki, nasıl bir dünyaya geldiğini! Bu acımasızlık, bir o kadar da vahşet dolu, insanın “kendi” ırkından, halkından olmayanı “öteki”leştirip,  zulüm yapması senin gözünü korkutmaz inşallah.. Büyüyünce sende onlara karşı çıkacaksın çünkü bizler bunu üzülerek itiraf etmeliyiz ki başaramadık. İnsan yaşamlarının keyfi olarak gasp edilmesine, ülkelerin bu anlamda yok edilmesine, çocukların öldürülmesine umarım ki sen de karşı çıkacaksın.. Merak etme senden önceki bebekler nasıl bir dünyaya geldiyse sen de öyle bir dünyaya geldin.. Arada pek bir fark yok. Nihayetinde, tüm bebekleri bekleyen böyle bir dünya, kollarını açmış seni de bekliyor.. diyemeyeceğim! Bulunduğumuz dünya tırnaklarını çıkarmış, sivri dişlerini göstere göstere, her an bir yerinden tutup, koparacakmış gibi seni de o çarkın içine dahil etmek için bekliyor. İşte, böyle bir dünyadan bahsediyorum ben, buna hazır mısın sen, nazlı bebek?
Kötü ve hantal bir dünya bırakıyoruz sizlere, insanların birbirini öldürmesine seyirci kalan bir dünya.. Buna bir yerde “medeniyet” diyorlar, ancak batının ikiyüzlülüğü, batınını aşağılık bir sistemi dememiz daha mı doğru olur, bilmiyorum? Amerika’da aynı para ile 3 depo benzin alırsın ama Türkiye’de yalnızca 1 depo! Amerika da 10.000 Dolara aldığın arabayı Türkiye’de 30.000 dolara ancak alabilirsin.. Yiyecek içecek fiyatlarını da karşılaştırırsan bunlara yakın bir örnek çıkmaktadır. En önemlisi de, dünya üzerindeki 200 küsur ülkenin ürettiği enerjinin yarısını Amerika’nın tüketmesidir. Gerisini var sen hesap et. Güçlünün güçsüzü ezdiği, yok ettiği bir dünya.. Aynen vahşi doğa belgesellerindeki gibi.. Şimdi buralarda moda bu belgeseller. Ceylan kaçacak ama peşinde leopar, bırakmıyor onu.. Ceylan bir mermi sürati ile yol alıyor, sıçrayarak, zikzaklar çiziyor durmadan, ama nafile bir koşu..Filmin sonunu biliyoruz. Hep aynı “sahne” ile bitiyor. Zarif boynu leoparın veya aslanın ağzında, cılız çırpınışlar, aslanın göğüs kafesi ise bir inip bir kalkıyor, o, nefes nefese ama mutlu.. Yırtıcının sıcak nefes ince boynunu kavuruyor, alt ve üst çene dişleri neredeyse birbirine “kavuşmak” üzere, avı ağzında, mutlu bir aslan! Dış ülkelerin desteğini alan içerideki yöneticiler “bilerek ve isteyerek” gelişememiş, bizim gibi (ya da ben bildim bileli en az 40 yıldır, “gelişmekte olan ülkeler”in) kaderi, anlattığım bu olaya çok benzer. Yani bir yerde senin ve senin gibilerin de gelecekteki sonundan bahsettim. Seni üzmek değil maksadım ama sana gelecekten verdiğim bu örnekler belki sizin o kaderi değiştirmek için daha çok çalışmanıza yardım eder. Tek umudumuz bu.. Biz başaramadık, dilim varmıyor ama belki siz başarırsınız, ha!
İşte, izlediğimiz bu belgeseller özellikle bizlerin sonunu (gözümüze sokarcasına) göstermesi açısından ibret vericidir. İleride başımıza nelerin gele(bile)ceğini böyle belgesel ve holivud filmleri ile hazırlayıp, gösteriyorlar. Ki başımıza geldiğinde “Aaa! Ben bu filmi daha önce görmüştüm” deyip, yabancılık çekmeyelim, onların işlerini kolaylaştıralım! Yeni “toplum mühendisleri” bize, hazırladıkları bu “son”u bilinçaltımıza hissettirmeden öyle bir yerleştiriyorlar ki, anlamak çok zor. Bir avuç insanın bu yöntemleri bilmesi bir şey değiştirmiyor. Koskoca 72 Milyonluk ülkenin en azından, yarısından bir fazlası bu gidişi görebilse her şey daha güzel olabilirdi. İşte bu yüzden Türkiye’de sokakta kime sorsan, tv. izliyor musun diye; sadece “belgesel” izlerim der. Neden? Artık o kadar kanıksadık ki öldürülmeyi, parçalanıp yok edilmeyi.. Bunlar bile hayatlarımızda normal sayılıyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kısaca burada, yaşadığımız Ülkemizde her şey biraz pahalı.. Amaçları da o zaten, biz pahalı alacağız ki Amerika’da yaşayanlar, bir o kadar ucuza yaşayabilsinler. Fakirler daha çok verecekler ki zenginler daha çok kazansınlar, rahat yaşasınlar. Hiç kimse demiyor ki az kazanalım ama hepimiz kazanalım, kardeşlik içinde, eşit yaşayalım. İleri demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik dedikleri bu olsa gerek. Sadece adına “Kapitalizm” demiyorlar. Kapitalizm dememelerinin nedeni de eczanedeki “ilaç”larda gizli.. İleride öğreneceksin ki ilaçlar acı olur ve onların bu acılığını gidermek, göze hoş göstermek için çeşitli renklere boyarlar, ayrıca çeşitli tatlandırıcılar eklerler. Mis kokulu şuruplar üretirler. Niçin? O ilaçları normalde yutmayacağımızı çok iyi bildiklerinden! Ama süslersen, tatlandırırsan daha kolay yutturursun! Kısaca bizim halimiz “ilaç” yutma aşamasındadır.
Burnumuzun dibinde, Irak’da 1,5 Milyon insan katledildi, hala vahşet yer yer devam ediyor ama kimsede “tık” yok. Sus pus olmuşuz, yatıyoruz kimseye aldırmadan, tasalanmadan, üzülmeden, sıcak yataklarımızda… İyi uykular Türkiye’m, iyi Uykular! Ama benim umudum sizlersiniz, yeni dünyaya gelmiş bebekler, cıvıl cıvıl.. Bir tek sizlerin sesi duyuluyor, bu ümit kırıcı sessizliğin ortasında.. Ağlıyorsunuz ya! Ne güzel! Sizler büyüdüğünüzde bizleri uyandırın o derin uykumuzdan.. Kulağımızın dibinde ağlayın, hiç durmadan ki üstümüzü örtmüş ölü toprağını alır belki o sesiniz.. Sizler “umut”sunuz, sizler “gelecek”siniz. Bizler ki koskoca insanlar, ellerimiz böğrümüz de umarsız, bom boş gözlerle olup bitene bakıyor ve bekliyoruz. Elimizden hiçbir şey gelmiyor artık, yorulduk. Ne olur kurtarıcımız olun! İtiraf ediyorum artık! Kurtarıcımız sizler misiniz?
Bebecik, seni böyle bir dünyada ağırlayacağımız için bizi affedebilecek misin, bilmiyorum? Böyle bir dünyayı size miras bıraktığımız için bizi ne olur, affet! Kızma bize!
Nasıl? Affettin mi? İyi, o zaman, söyle bakalım yine de bizi sevecek misin?
14.01.2011
11:58
NOT: Bu yazı, bebek  Ecem Naz Kamaş’a ithaf edilmiştir.

9 Ocak 2011 Pazar

Magnificent Soleiman!


Kanuni Sultan Süleyman (Avrupalının bildiği ismi ile "Magnificent Souleiman"yani Muhteşem Süleyman) Showtv'de yayınlanan Muhteşem Yüzyıl isimli dizi Facebook sayfalarında, bazı bilinen mihrakların pompalaması ile yerden yere vurulmaktadır. Henüz ilk bölümünü dahi izlemeden, fragmanını görüp, yorumladılar. Yok şöyleymiş, yok böyleymiş.. Yok harem dairesine sıkıştırılmış bir diziymiş, yok, Kanuni aşk-meşk düşkünü biri olarak lanse ediliyormuş, falan filan..
Dizinin birinci bölümünü izledim. Gerçekten  çok çarpıcı sahneler var, muhteşem kostümler ve dekor da bir o kadar olağanüstü.. Oyuncular da süper.. Bilhassa Hürrem Sultan'ı canlandıran kız mükemmel.. Halit Ergenç tam anlamı ile vücut kalınlığı ve heybetli görünüşü ile Kanuni'ye baya benzerlik taşıyor, yani heybeti yerinde.. Diğer oyuncuların da hakkını yememek lazım... Harem dairesi olgusu Osmanlı da vardır, padişahlar içki de içerlermiş, ayrıca cenk de ederlermiş, taht düşkünü, hırslı ve acımasız oldukları da rivayet edilir ki kardeşlerini -gözlerini kırpmadan- taht uğruna öldürttükleri de hepimiz tarafından bilinmektedir. Eeee.. Bu yaygara neden yapılıyor, peki.. Fetullah Gülen taraftarı bir güruhun başını çektiği açıkça belli.. Güya ecdatlarına sahip çıkıyorlar. Kendilerine bu yurdu kurtarıp hediye eden ADAM’a gelince ağızlarında bin bir küfür.. Sen önce 87 yıl öncesine sahip çık, ona sahip çıkmıyorsun ama 500 yıl önceki devirde yaşamışsın gibi ahkam kesiyorsun! O senin ecdadın değil mi? Hiçbir ülkenin boyunduruğuna seni (padişahın ve tebasının çok istemesine rağmen) terk etmeden, ülkeni (elde kalanını) kurtarıp, sana teslim etmiş, hürriyetini vermiş, iyi kötü sana ait bir vatan bırakmış birine neden sahip çıkamıyorsun? Seninle birlikte'yi bırak, senin ülkenden çok sonra özgürlüğüne kavuşmuş bir çok ülke bile seni fersah fersah geride bıraktı. Bunun neden olduğunu hiç düşünüyor musun? Sakın bu güne kadar Allah-din-iman üçlemesini kullanıp, iktidara gelen bu sağ cenahtan hükümetler, bu geri kalmışlığın, adaletsizliğin nedeni olmasınlar? Sana bu ülkeyi bahşedene, yani, O’na sahip çık da görelim, ecdadına nasıl bakıyorsun! Haydi, sıkıyorsa O'na da ecdadım diyerek sahip çık! Çıkamazsın ki! Neden? Neden olacak, o dinin her türlü koşulda kullanılıp, siyasete alet edilmesine karşı çıkıp, çok iyi bir Kuran-ı Kerim tefsiri yaptırdığı, uyuyanların gözünü açtığı için O, sizlerin gözünde tu-kaka biri.. Vatandaşı biat ve teba anlayışından kurtarıp, seni, ülkenin içersinde hür ve eşit vatandaş yaptığı için kızgınsınız, bunu biliyoruz. İstediğiniz ve şu an ki hükümetin de isteği; millet koyun olsun, bize oy versin, biz onlara nohut-bulgur verelim, Allah-din-iman kandırmacası ile aldatalım ve paraları cukkalıyalımdır. Geçiniz bunları kardeşim, arkadaşım, dostum.. Geçiniz! İlkokul düzeyini zor tutturmuş veya kendini (87 yıldır hüküm süren yönetimlerin uyguladığı politikalar yüzünden, kısaca; sizin yüzünüzden) geliştirememiş insanları etkileyebilirsiniz ama kesinlikle başka kimseyi etkilemeniz mümkün olmadığı gibi o kirli amacınıza ulaşmanız da mümkün olmayacak, bir kere daha , çok yaklaşmanıza rağmen hüsrana uğrayacaksınız! 
Padişahlara Tanrı muamelesi yapmayın! (Nasıl ki, yaşayan bazı okyanus ötesi dürzi’lere yaptığınız gibi..) Bu yaptığınız tamamen şirk’tir.. Tabi bu kelimenin anlamını biliyorsanız.. Padişahlarda neticede insan olduğuna göre, insani kusurları ve defoları olacaktır, olmalıdır da.. Aksini mi iddia edeceksiniz yoksa? Bu diziye bu kadar takılıp kalmadan, günümüzde yaşayan "padişah”(lar)ın yaptıklarına bir bakın isterseniz! Gözünüzü dört açıp öyle bakın ama.. Örnek mi? Alın size örnek..
Erzurum'da Yunan Başbakanı konuşmasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın önünde, hatta gözlerinin içine bakarak, Türk Ordusunun Kıbrıs'ta “işgalci” olduğunu söylemiş mi? Söylemiş! Peki! Bizden bir açıklama veya itiraz veya bir laf sokma gelmiş mi? Gelmemiş! Bu düşmanca tavra sen nekarşılık vermişsin, ne yapmışsın! Hiçbir şey.. Gözünün önünde iki gün önce cereyan eden bu olayı görmekten aciz olup, sürü mantığı ile hareket edeceksin ancak 500 sene önceki mevzulara takılıp, görmezden gelirsek kendimize yazık etmiş oluruz. Siz kendinize yazık ederken, bizlere, sizin gibi düşünmeyenlere de yazık etmiş oluyorsunuz! Kısacası, kendimize, vatanımıza, halkımıza yazık etmeyelim, akıllı olalım, dolduruşa gelip, (bazılarının) dolmusuna binmeyelim! Beyler, altımızdan halıyı çekiyorlar, haberiniz yok.. Siz ise; Kanuni’nin haremindesiniz, hala! Nede çok seviliyor bu haram-harem! Uyanın! Be.. Uyanın artık.. Benim de nefesimi boşuna tüketmeyin. U-Y-A-N-I-N.. Yoksa birileri, siz uyurken üzerinize karabasan gibi çöktü-çökecek!

09.01.2011
17:25