6 Mayıs 2015 Çarşamba

HAİNLERİN KUMPASI


TSK'yı allak-bullak eden ünlü BALYOZ Davası gerekçeli kararı açıklanmış ve HER ŞEYİN BİR KUMPAS VE KURMACA OLDUĞU TÜM DELİLLERİN SAHTE OLDUĞU bu kararda belirtilmiş. Günaydın!!
Eskiden de böyleydi şimdi de böyle..Bu topraklarda kumpas hiç bitmiyor. Adeta yabancı devlet istihbarat örgütlerinin çalışma alanı olmuş topraklarımız. Ne zaman "Tam Bağımsız Türkiye" istediler, isteyenlerin anasından emdiği sütü burunlarından getirdik. O kadarla kalsa iyi, ayrıca astık-kestik-uçurduk vs.. NATO'ya bulaştığımızdan beri bunu isteyenler, bu yönde halka gerçekleri açıklayabilecek, halkı yönlendirebilecek konumdaki insanlar- bir nevi mihenk taşları- bir bir kırıma uğradı, yok edildi
Bilginin ışık hızı ile yayıldığı 21. yüzyılda hala aynı terane, hala aynı kumpas, yok Ergenekon, yok Balyoz, yok Islak imza yok casusluk ve fuhuş davaları vs.vs. bunların tamamı sosyal yaşamdaki Atatürkçüler ile askeri yaşamdaki (TSK içindeki) Atatürkçülerin budanma hareketidir. Sivrilmeye başladıklarında hemen budanırlar! Bunu en başından beri hep söylüyorum ve hiç bir zaman ACABA dahi demedim. Neden? Çünkü bunların tıynetini çok iyi biliyorum. Bunu seslendirmekten de hiç çekinmem ağzıma geleni söylerim veya burada yazarım. Bu yüzden kimi beni çok sever kimileri de hiç sevmez.. Ne diyelim? Hayırlısı..
İşte bu yüzden böyle insanların budanmasına bundan sonra izin vermeyelim. Özellikle içimizdeki -köşeleri tutmuş- vatan hainlerini iyi belleyelim. Ve 1968 yılında bu GOMİNİST!! çocuğun yaptığına ve Anıtkabir Özel Defterine ne yazdığına iyi bakalım, bize bu yeter.
İsmail Memiş
06.05.2015

21 Kasım 2014 Cuma

NEDEN HEP İZLEDİĞİM DİZİLER YAYINDAN KALKIYOR?


       "BEHZAT Ç" isimli diziyi severek izliyordum; hükumetin dizi karakteri hakkında yok nikahsız yaşıyorlar, yok fazla içki içiyor, yok topluma kötü örnek oluyor diye dizi yayından kaldırıldı. Kalkmasının reyting ile hiçbir alakası yoktu. Sadece Başbakan yardımcılarının bile konuşmalarında dile getirdikleri (ayıpladıkları!) bu nedenlerle dizi yayından kaldırılmıştır.
(AKP MV.leri içinde kumaları ile yaşayanlar yok, 4 Bakan + 1 Başbakan ve oğullarının MALI hamudu ile götürdüğü yalanmış gibi güya topluma şirin gözükmeye çalışıyorlardı.)

       “YALAN DÜNYA” başladığından bu yana severek izliyordum. Gülse Birsel çok fazla olmasa da arada bir politik mesajları dizi arasına sıkıştırıyordu. Yine o dizide de karısını aldatan bir baba, aynı evde sevgilisi ile yaşayan bu babanın bir oğlu vardı. Beyaz efendidir, hiç hükümetin sözünden çıkmaz ancak dizinin bazı oyuncuları kalk sen GEZİ DİRİLİŞİNE destek ver! Olacak iş mi? Bu tamamen bize aykırıydı!. Suya sabuna dokunmasalardı, özellikle dizilerinde şovenist kürt (güneydoğu menşeeli) dizilerini ti’ye almasalardı, bunun yerine ihale takip etselerdi, bol bol kara suratlı insanlar dizide adam vursaydı, evlerindeki dolarları, yuroları sıfırlasalardı,
aslında ne kadar güzel bir dizi olacaktı!? Bunu yapmadılar sonunda belalarını! buldular, dizi yayından kaldırıldı.

      “KURT SEYİT VE ŞURA” Dizinin başrol erkek oyuncusunun daha önceki dizilerde kendini çok geliştirdiği söylenmiş, izlenme rekorları kırmış, dizi hiçbir eleştiri almadan normal olarak hikaye bittiği için bitirilmişti. (Aile içi -bir nevi enstet- cinsel ilişkiler çoğunluktaydı ancak AKP’li hödükler bunlara hiç laf etmediler. Neden acaba?)

      Tekrar Kurt Seyit ve Şura’ya gelirsek; dizi ilk başta Rusya’nın 1917 Devrimini kötülüyor, orada, Kırım’da  yaşayan Türk asıllıların gördüğü zulümü anlatıyordu. Türkiye’ye (İstanbul’a) kaçışlarını konu ediyordu. Her şey güzeldi anlayacağınız.. Dizi amiyane tabirle Ruslar’a çakıyordu. Ne güzel! Mesela bir Nato ülkesi olarak bundan çok memnunduk!.



       Fakat ne olduysa dizi karakterleri Rusya’dan kaçıp, İNGİLİZ işgali altındaki İstanbul’a gelmeleri durumu yavaş yavaş değiştirdi. İster istemez İstanbul’un asayişini sağlamaya çalışan, Padişah ile işbirliği içinde olan İŞGACİ İNGİLTERE askerleri dizide görülmeye başlandı. Aslında sütten çıkmış “ak-kaşık” olan bu İngiliz sömürge güçleri dizinin ikinci sezonunda tu-kaka gösterilmeye başlanmıştı. Bu birilerinin kulağına su kaçırmış olmalıydı. (bu dizinin kalmasındaki bir nedenin de bu olabileceği benim kendi görüşümdür, bir yerden aşırma değildir!) Belki İngiliz Elçiliği ajanlarından bir uyarı, bir serzeniş gelmiş de olabilir. Değil mi ki en önemli bir faktör “..efenim reyting alamadı”dır. Daha önce de reytinglerle nasıl oynandığı ortaya çıkmadı mı? Sen bir tv. Kanalı olarak tanıtımını iyi yapmaz isen bir dizi nasıl reyting alsın? Programlarının içinde diziden hiç bahsetmiyorsun, oyuncularını en azından birkaç programa çıkartır, dizini tanıtırsın.. Yok, bunları yapmadılar. Sonra da reyting alamadı deyip, diziyi sonlandırdılar.

      Bu güne kadar birkaç gülmece filmi dışında İNGİLİZ İŞGALİ altındaki İstanbul’u anlatan gerçek bir “dönem” film yapılmamıştır. O dönemi birkaç dizi kullanmaya kalkmıştır ama onların da sonu hüsran olmuştur. Diyeceğim o ki; o zamanda ve şu anda da kürtlerin hamisi olan İNGİLİZlerin İŞGALİ ALTINDAKİ İSTANBUL’u anlatan ne sağlam bir dizi, nede sağlam bir sinema filmi bu güne kadar çekil(e)memiştir. Elimizde siyah beyaz o dönemi anlatmaya çalışan birkaç eski filmden başka bir eser ortaya konmamış, konmasına da hala izin verilmiyor.

       “GÜZEL KÖYLÜ” ise halen takip ettiğim, izlediğim tek dizi olmaya devam ediyor. Eğer (“köylüyü uyandırmak” anlamında) onlarında başına bir iş gelmezse iyi.. Bünyamin gayet iyi..



İsmail Memiş
21.11.2014

23 Nisan 2014 Çarşamba

2 şey önemli


Yahudi bulunduğu ülkeye kök salabilmek veya o ülkenin her şeyini kontrol edebilmek, ele geçirebilmek için

1-   O ülkenin basınını ele geçireceksiniz…
2-   O ülkenin altın rezervini ele geçireceksiniz.. der.


Bu asırlardır Yahudi öğretisidir. Peki RTE (AKeBe) bu konu ile ilgili ne yapmıştır? Veya şöyle soralım, AKeBe’yi neden 12 yıldır başımızdan def edemedik?



Bu soruların cevabını yukarıda verdim. Zarrab (Sarraf) ile doğal olarak “altın”ı ele geçirdiler, havuz medyası ile de (yazılı-görsel) “basın”ı ele geçirdiler. İşte bu yüzden bunları gönderemezsin. Bu hiç gitmezler anlamına gelmez, sadece  halk bu ortamda, bu şartlarda bunları gönderemez! Seçimlerde yenebilir misin? Hayır! Seçimlerde de yenemezsin.  Yukarıdaki her iki maddenin üzerinde mutlak hakimiyetleri var mı, var. Bu yüzden istediğin kadar bağır, yırtın, halka olmadık şeyler vaat et, AKeBe’nin verdiğinin iki katını vereceğim falan de.. Nafile! Yenemezsin. Ülkenin tamamını da yutsalar, tapusunu üzerlerine geçirseler, güneydoğuyu satsalar, rejimi değiştirseler, Atatürk’ü silseler, çaldıkları paraları koyacak yer bulamasalar da kıçlarına soksalar bile yine de ye-ne-mez-sin!. (Büyüklerimiz basın tarifinde ne demişler, BASIN; 4. Kuvvettir.) Aynen öyle.. Ne zaman aklını başına devşirir ve yukarıdaki iki şıktan en az birini (örneğin basın’ı) ele geçirmeyi başarırsan –belki- işin olur! Yoksa hep hüsran, devamlı hüsran!!! Demedi deme!


İlave not: (‘90’lı yıllarda RTE İstanbul Bld.Bşk. iken ihtimal ki yanına gidip gelen ABD-CIA  görevlilerinin telkini ile belediye bünyesinde bir TV. Kanalı kurulmuştu, daha sonra satıldı. Kanal7 bildiniz mi? Farkındaysanız bu düşünce iktidara gelir gelmez -özellikle ikinci dönemlerinde- önce BASIN’ı dizayn ettiler.)  

İsmail Memiş
23.04.2014
15:20

2 Nisan 2014 Çarşamba

HIRSIZ (2014 Yerel Seçimlerine bakış)


2014 Yerel Seçimlerinin kısa bir özeti; 



            Büyük şehirliler, bir büyük şehirde yaşayanlar iyi bilir. Orada hırsızların “akıl oyunları” almış yürümüştür. Bir çok kişinin başına gelmiştir, özellikle gelir düzeyi biraz daha iyi semtlerde.. Bu hırsızlar genelde yalnız yaşayan, yada o an evde yalnız olan kadınları veya belli bir yaşa gelmiş savunmasız kişileri av olarak seçerler.. Sonra hırsızda yöntem çoktur.. her mahalleye, her ekonomik olarak bölgeye göre bu yöntemlerini şekillendirirler.. Devamlı “upgrade” yaparlar.. Çünkü işleri budur! Devamlı yeniliği takip ederler… Bir bakmışsın teknolojik bir alet pazarlıyorlar, bir bakmışsın Sağlık Ocağından gelen hemşire-doktor olurlar, bazen de çilingir olurlar.. Bir bakmışsın gelen bir telefon üzerine bütün paranı bunlara havale edivermişsin.. Teknolojiyi hem yakın takip ederler hem de çok iyi kullanırlar.. Dedim ya yaşlılar, düşkünler, yalnızlar onlar için çok kolay birer avdır. Temiz giyinip, tıraşlı ve kravatlı olarak hırsızlık yapacak evlerin kapılarını çalarlar.. Ses tonları da çok güven vericidir. Kokular sürünmüş, efendiden kişiyi karşında görünce hiç şüphelenmezsin.. Meramını anlatması için evinin içine davet eder, hatta oturtursun bile.. O denli rollerini iyi oynarlar… Bu gibi hırsızlar diğerleri gibi gece karanlığında balkon kapısından gizlice girmezler. Sanki o apartmanda veya o mahallede oturuyormuşçasına rahattırlar. Gözlerinin içine bakarak işlerini yürütürler. Değme Yeşilçam Artistlerine taş çıkartırlar. Oyunculukları tavan yapmıştır, kimse ellerine su dökemez. Bu yüzden çabucak kandırırlar seni..
           İçeriye davet edersin, içeride seni bir nedenle yanlarından uzaklaştırırlar.. Bir şey isterler ve sen onu aramak için bir odaya girdiğinde, yanlarından uzaklaştığında onlar hemen işe koyulurlar. Bakacak yerleri iyi bilirler.. İlk önce “yatak odasına” bakarlar. Oradan muhakkak bir şeyler alırlar, sonra çekmeceler ve diğer odalar. Bu arada alacaklarını alırlar ve bir neden bulup yanınızdan ayrılırlar. Görevleri veya işleri bitmiştir çünkü.. Ev sahipleri dolandırıldıklarını ise bayağı geç anlarlar.. Sakladıkları veya evde tuttukları o değerli eşyaya ne zaman ihtiyaç duyarlarsa o zaman yerinde olmadığını fark ederler.
           Henüz bu aşamadayız. Yani yitirdiğimiz “şey”e henüz ihtiyaç duymadığımız için hırsıza prim verenlerin doğal olarak bunlardan haberi yok! Haberleri olduğunda ise iş işten geçmiş olacak, orası ayrı.. İster inanın ister inanmayın ama yukarıda 2014 yılı Mart ayında yapılan Yerel Seçimlerin kısa bir özetini yazdım.
           Benden bu kadar. Uyandığınızda saatin zilini kapatın!

İsmail Memiş
02.04.2014
02:00

4 Ocak 2014 Cumartesi

MUZ

Resimdeki haberi okuyunca aklıma geldi.


           Geçenlerde yabancı tv. kanalında izledim; Hollandalı biri "daha az enerji tüketmeliyim"i savunup bunu hayata geçirmek için, tropikal meyve tüketmiyor, bisiklet kullanıyor, yağmur suyunu kullanıyor, evinde elektrikle çalışan hiç bir alet bulundurmuyor, güneş ve rüzgar enerjisinden maksimum yararlanıyor vs.. Tropikal meyve tüketmediğini ise şöyle açıklıyordu: "Çok uzak ülkelerden gelen bu meyvelerin taşınması esnasında fosil yakıt kullanılıyor, çevre kirletiliyor ve büyük enerji harcanıyor bu yüzden "çevremde-yakınımda yetişen meyve sebze tüketiyorum, bazılarını kendim yetiştiriyorum." Diyordu. Buna benzer daha bir çok red ettikleri vardı, şimdi aklıma gelmiyor.. Ağzım açık izlemiştim.
            Bana çok ilginç geldi ve çokta haklıydı. İlla tropikal ülkelerden ithal edilen örnk. muz'u yemek zorunda mısın? Onun yerine bahçende kolaylıkla yetiştirebileceğin (muzla aynı vitamin değerlerine sahip) yada çok yakından temin edilip, pazarlarda satılan "elma" alıp pekala yiyebilirsin. Laf geldi mi eski insanlar ne kadar sağlıklı, şimdiki nesil hastalıklı büyüyor diyoruz. Bundan 50 yıl önce Adıyaman'ın ücra bir köyünde yetişenler Brezilya'dan getirilen muzlarla büyüdüler de astronot! mu oldular, başımıza? Eee.. O zaman? Dışarıya para akıtmanın amacı ne? 
            Keza benzer nedenlerle Brezilya'dan futbolcu ithal ediyoruz ancak Milli Takım olarak 2003 yılında kaza ile de olsa dünya 3. oluşumuzdan beri en çok ithalat yapılan futbolda bir arpa boyu yol gitmemişiz, aksine hala NAL toplamaya devam ediyoruz. Koca koca adamlar neden böyle olduk diye kafa yoruyorlar? Takkelerini önlerine koyup bir düşünseler, anlayacaklar ama..

İsmail Memiş
04.01.2014
15:25

29 Aralık 2013 Pazar

FARK!


Not: Önce yukarıdaki resmi iyice inceledikten sonra yazıyı okuyunuz.

           Benden söylemesi..YENİ veya YENİLİK adı altında eskiyi yok etmek bizlerin, bu Milletin sonu olacak. Kişiliğimizin, kültürümüzün, köklerimizin, nereden gelip nereye gittiğimizin her şeyin sonu olacak...Artık 20-30 yıl sonra nereden geldik, kimiz, kim değiliz bilemeyeceğiz. Ortak paydalarımız kalmayacak. Bu vahşi kapitalizme parçalanıp, dağılmamız için yegane fırsatı yaratacaktır. 50'li yaşlarda olan kaç kişi halen -dedesini geçtim- babasının da doğduğu (yada onun çocukluğunun geçtiği) evde yaşamaktadır? Yaşamayı geçtim, 50'li yaşlarda biri babasının çocukluğunun geçtiği (yada onun doğduğu) evin yerinde durup durmadığını, ne halde olduğunu acaba biliyor mu? Babasını geçtim, kendi doğduğu (doğduğu diyorum, eskiden hastane yoktu, annelerimiz çoğunlukla evde ebe vasıtası ile doğum yapmıştır.) evin durumunu biliyor mudur?
              Pek zannetmem, öyle şeylere pek alışık değiliz, nereden gelip nereye gittiğimizi araştırmayı pek sevmeyiz. Hepimiz birer YENİ'likçiyiz.. 1000 yıllık devletiz ama bir geleneğimiz hala yok!!. Ne kadar acı bir durum? Bunun nedeni yüzümüzü (back-ground'umuzu da BATI'ya) dönmemizin sonucu olabilir mi? Üzerinde iyi düşünmeliyiz. İngiliz Kraliyet ailesi sittin senedir St. John Katedralinde evlenir, St. Marry Hastanesinde doğum yapar. GELENEK veya TRADITIONAL.. Olay bu kadar basitir. Silik, asalak ve basit yaşamak; yeniliği "4 beton duvar"dan ibaret zannetmek bizi yeryüzünden tamemen silinmeye götürecek. Bundan benim haberim var, ya sizin?

İsmail Memiş
yirmidokuz12ikibinonüç
20:20

27 Aralık 2013 Cuma

HELAL OLSUN TOSUNUMA





        Ulan bi s..tir olup gidin be.. Kafamız şişti. bıktık ulan sizin boş boğaz konuşarak birbirinize karşı posta koymalarınızdan...Kim daha çok "götürdü" muhabbetinizden iğrendik artık, anlıyor musun? Söylediğiniz tek bir doğru yok! Allah bir deseniz inanmam size.. Yalancılıkta zirve yaptınız, amk.. Her ikinize de (RTE-Fetoş) söylüyorum; bi düşün bu milletin yakasından lan.. Bi çıkın hayatımızdan. Fakir sümüğü gibi yapıştınız bu memleketin damarlarına, yarasa gibi tam 12 yıldır kan emmekten bıkmadınız mı? Ve yetmedi mi emdiğiniz kan, yetmedi mi emdiğiniz mal-mülk, makam, para vs.. Bi s..tir olup gidin, (alın ayakkabı kutularınızı, ÖYM'lerinizi, adalet saraylarınızı, AVM'lerinizi vs.) defolup, nereye gidecekseniz gidin be.. Her sabah iğrençliklerinizi okumaktan, aç köpekler gibi birbirinizi dişlediğinizi görmekten, hayasız yalanlarınızı dinlemekten bıktık, usandık, amk.. Bu ne lan? Kafayı yedirteceksiniz bize.. Günlerdir, 17 Aralık operasyonuyla ilgili falan, filan, fişmekan, lak lak, vıdı-vıdı, vıdı-vıdı, yok öyle, yok böyle..vs. Kendi adıma  söylüyorum, ayakkabı kutularınızın, çelik kasalarınızın içindekiler benden yana size ananızın ak sütü gibi helal olsun!! Ama bi s..tirip gidin, bizi bi rahat bırakın.. Memleketti insanları bi rahat bırakın.. 
     Biraz kafamızı dinleyip, vampirsiz bir Türkiye için en azından geride bıraktığınız pislikleri nasıl temizleriz planını yapalım, az müsade edin.. Son bir iyilik yapın. Ve bizde sizi fazla tutmayalım, sizin daha para sayma işlemleriniz epeyce devam edecektir. 
       Hadi goçum, az müsaade edin. 

İsmail Memiş
24.12.2013
23:30