18 Aralık 2011 Pazar

HOMO ERECTUS – HOMO SAPIENS




 
Şu anda gençlere sesleniyorum ve onlara soruyorum: Her yıl yeni çıkan cep telefonlarını yenileteceğinize veya cep telefonunuza bol kontur yükletip, gece gündür SMS, arama veya MMS atacağınıza.. Tatil gününüzün çoğunu twitter-facebook başında geçireceğinize.. Bu ıvır zıvır işler için para harcayacağınıza,, Yada berberlere tonla para verip, saçınızı boyatacağınıza (beyazı olmadığı halde!) veya saçınıza buzağı yalamış yada kirpi gibi şekil ver(dir)eceğinize..Elinizden son model telefonunuzu düşürmeden caddede yürürken bile devamlı olarak onu (ne için yapıyorsanız artık) kontrol edeceğinize.. Bu erken yaşta bu kadar gücü, enerjiyi ve parayı boşa harcayacağınıza.. Tuttuğun takımının maçı için kahvede oturacağınıza, o takım için sokaklara dökülüp, slogan atmaya, bağırıp çağıracağınıza.. Kurşunluya gidip mangal yakacağınıza, iki bira içeceğinize… Baba parası ile sigaranın en hasosunu içinize çekeceğinize.. Bile bile kendinizi zehirleyeceğinize… Hazır evinde bulanan bisiklete binmeyip, babana tekrar elektrikli bisiklet aldırıp, bununla okula gelip gidip, çarşıda fink atacağına… Caka için yeni tüylenmiş üç çenede, üç bir yanakta üç diğer yanakta bir tutam da burnunun altında bulunan ( pis kıl diyeceğim çünkü) sakalla-bıyıkla bir alakası olmayan tüyleri uzatacağına… Böyle şekil yapayım derken kendin şeklini kaydıracağına.. O gençliğin verdiği temiz yüzünün yerine kargacık burgacık kıl yumağını millete göstereceğine.. Ya da ucuz kafelerde pinekleyip, pisi pisine zaman öldüreceğine… vesaire, vesaire…

Bu listeyi, daha da uzatmak mümkün…Tüm bu olanlara ne zaman bir son vereceksiniz? Yada son vermeyi düşünüyor musun Eyyy! okul çağında ki ergen arkadaş!! Sizleri anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.. Bunun kuşakla falan alakası yok! Hayatı, parmaklarınızla SMS yazdığınız gibi veya sesli harfleri yok edecek şekilde kelimeleri küçülttüğünüz gibi yaşanmaz! Kendinizi, ifadenizi MP3 gibi sıkıştırmayınız ve sıkışık, üst üste yaşamayınız! Bulunduğumuz ilçe büyük şehir değil ki! Bunun kıymetini biliniz.. İstanbul’da bir kişi piknik yapabilmek veya iki ağaç, bir tutam çim görebilmek için en az (İstanbul trafiği içinde 150 km. yaklaşık 3 saatlik yol eder) yol kat etmesi gerekmektedir.  Siz ise burada 15 dk. Sonra Marmara gölünde, 20 dk. sonra ise baraj gölünde, 30 dk. sonra 1200 metre rakımlı Bozdağ’ın zirvesindeki Gölcük’de, daha soğuk isterseniz oradan 30 dk. sonra kayak merkezindesiniz! Bunun kıymetinden haberinizin olmadığı kesin, hoş öyle bir boşlukta hissetmiyorsunuzdur, yaşınızın gereği.. Bunu biliyorum.. Ancak başka bir büyük şehre gidince buranın kıymetini daha iyi anlayacaksınız, bundan da adım gibi eminim..

Tam bu çağlardır sizlerin bir sırt çantası ile doğada yürüyüşler yapmanızın, yine dağ bisikletine binmenizin.. Tırmanmanızın, doğayı keşfetmenizin, tam çağlarıdır. Salihli olarak arkamız dünyanın oluşumuna tanıklık etmiş. Çağlar öncesinden haber getiren Bozdağlar silsilesi, önümüzde Gediz’in beslediği bereketli bir ova uzanmakta, sağımız da Demirköprü barajı, solumuzda ise Marmara Gölü.. Bozdağ’ın zirvesinde Gölcük Gölü bulunmaktadır. Ne yani bunlar bu çağda kesinlikle azımsanacak şeyler değildir. Sorunuz İstanbul’da yaşayanlara! Buralarda okul pikniklerinden başka yapılacak o kadar çok şey var ki… Biraz da kabahat sizin öğretmenlerinizde… Onların sizlere yol göstermesi gerekmektedir. (tabii öğretmenlere kim yol gösterecek, o bilgileri, öyle bir felsefeyi, doğa ile koyun koyuna yaşamayı nereden öğrenip de sizlere aktaracaklar, orası da meçhul..)  

Spor diyince illaki futbol mu anlarsınız? Örneğin, ailenize aldırmaya çalışın veya yaz tatilinde bir yerde çalışıp, bir miktar para biriktirerek öncelikle bir çadır edinin kendinize.. Bir sırt çantası ile birlikte.. Sonra iyi bir bot.. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Yerinizde miskinlemenin, her gün aynı şeyleri yapmanın içinizde bir sıkıntısı, karamsarlığı, bir tekdüzeliği yok mu? İşte bunu üzerinizden atmanızı öneriyorum.

Tek veya çift kişilik bir kano alsanız, göllerde, barajda bu kano ile gezinseniz, kürek çekseniz.. Kaçak bakıl avlıyorlar diye yakalanmaktan mı korkuyorsunuz? Alın çadırınızı, erzağınızı, kanonuzu.. Gidin bir gölde, barajda, akarsuda (can yelekli olarak) kürek çekin.. İyi bir yer tespit edin orada kamp yapın! Geceyi çadırda geçirin.. Ertesi günü dönün.. Derslerinize ise geldiğinizde çalışın.. Bol bol oksijen almış ve bunu depolamış beyinlerinizin yarattığı farkını kendiniz görün!

Beyninizi bir takım tarikatlara kiraya verdiniz, biliyorum.. Bari vücudunuz hala sizin kontrolünüz altında olduğunu gösterin bizlere.. Öyle değil mi? Yoksa onu da mı ele geçirdiler? Haydi şimdi onu kullanın, bunun sonucu belki de beyninize daha fazla oksijen gelir ve vücudunuz yitirdiğiniz o beyninizi çekip alır, kara cellatların elinden, sizi de kurtulmuş olursunuz!

Bu göller, baraj ve çevresi, bu koskoca Bozdağlar sizi bekliyor… Keşfedilecek o kadar yer var ki.. Bu tabiatı yalnız bırakmayalım! Yalnız bıraksak da ona bir şey olacağı yok.. Olan insanoğluna olacaktır… İçinde bulunduğumuz çağdaki gelişmiş insana yani bizlere Latince deyimi ile HOMO SAPIENS (beynini de kullanabilen insan) denir. Bir önceki ise HOMO ERECTUS’dur. Yani ayağa kalmış, dik duran insan anlamına gelir. Önce ayağa kalkmışız, sonra beynimizi çalıştırmayı öğrenmişiz.. O zaman gereğini yapın!! Hem SAPIENS, hem ERECTUS (sapına kadar erektus) olduğunuzu, bize gösterin bakalım! Haydi!!! Kalk ayağa ve kullan beynini..!!  Yoksa tüm bu saydıklarımın tamamını ben yapacağım, sonra (SAPIENS olarak) bana kızacaksınız, biz nasıl bunu akıl edemedik diye.. Bu yaşta adam bunu yapıyor, şu bizim halimize bak der ve pişman olursunuz. Hadi sizi üzmek istemiyorum, önce siz yapın ben arkanızdan yetişirim!!


NOT: Bu yazıda cinsiyet ayrımı yapılmamıştır yani kızlarda dahildir!!
NOT: Eğer biraz daha gecikirseniz, toprağı saksıda, suyu bardakta göreceğiniz günler çok yakın! Unutma!


İsmail Memiş
18.12.2011
20:00


12 Aralık 2011 Pazartesi

AKABE'NİN İÇ YÜZÜ!!!


         AKP kurulduğundan beridir, hükümet kanadı devamlı olarak tüm basına ve kişilere partilerinin isminin "AK PARTİ" olduğunu, medyada böyle yer alması için canla başla çalışıyorlar. Yahu arkadaş partiyi kurariken aklınız neredeydi veya nerenizdeydi.? Neden "AKP" (akepe) denince küplere biniyorlar dersiniz? Onun da açıklamasını ODATV sahibi Soner Yalçın bir kitabında anlatmış, orada okudum.
         AKP (akepe) söyleniş itibari ile aslında hacı adaylarının hac esnasında geleneksel olarak yaptıkları bir taş sutuna ellerindeki küçük küçük taşlar atmak sureti ile "şeytan taşlama" olayı ile yakından ilgilidir.. Mekke-Medine arasındaki Mina dağında, şeytanın üzerine oturduğu bu taş sütünun adı AKABE'dir. Söylenişi AKEPE'ye ne kadar da yakın değil mi? Az dilin sürçse AKABE deyip geçersin!! Hacı adayları hac esnasında bu taş sütunu defalarca taşlarlar. Böylece "şeytan"ı taşlamış olurlar.. Çünkü Hac farazasıdır.
         Bu yüzden AKP'nin akil adamları boşuna kendilerine ısrarla "bize AK Parti deyin" demiyorlarmış! Bu partinin halkın büyük kesiminin (dindar bir parti ve başkanı'na) verdiği oyların boşa gittiği, bu partinin "dini bilgilerinin" çok zayıf olduğu, "dindar" değil tamamen "dinci" bir parti olduğu, (böyle bir ismi partilerine vermekte sakınca görmediklerine göre) ortaya çıkmıştır. Ama onlara da hak vermemek elde değil! Böyle bir önemli ayrıntı, partinin acele ile (efendilerine hizmet ve hamuduyla götürmek için..) kurulduğu için gözden kaçmış olabilir mi?... eee.. Olmuş ise n'olcek? Olacak o kadarcık yanlışlık, değil mi benim tın tın %50'm?
       
        (AKABE=şeytanın oturduğuna inanılan taş, açık deyiş ile "şeytan taşlanılan taş sütun" anlamına gelmektedir)
         ŞİMDİ ANLADINIZ MI NİÇİN ISRARLA "AK PARTİYİZ BİZ" DEDİKLERİNİ..



İsmail Memiş

12.12.2011
15:40

24 Kasım 2011 Perşembe

TANIDIK, BİLİNEN O MALUM %50 İNGİLTERE'DE TEMSİL EDİLDİ.





CUMHURREİSİMİZİN İNGİLİZYA ZİYARETLERİ!!!


*Önce biraz tarih diyelim ve internetten bulduğum ufak bilgiyi sizinle paylaşayım:
- İngiliz kraliyet ailesi 1837 yılında Buckingam Sarayına yerleşmişler. O tarihten beridir hep orada oturmuşlar.
-1867 yılında ise Türkiye’den ilk ziyaret gerçekleşmiş, Padişah Sultan Abdulaziz 13-23 Temmuz 1867 tarihinde orada konaklamış.
-Türkiye’den giden ikinci konuk ise 1988 yılında Kenan Evren olmuş…!!
-2011 yılında da bu ziyaret… (Ayrıca kraliçe de iki defa gelmiş Türkiye’ye..)

**Bizim kraliçeye sunduğumuz hediyelerin içinde bir şey var ki bana göre utanılacak bir hediye; Padişah 3. Murat’ın İngiltere’ye Osmanlı Topraklarında ve Karasularında  ticaret yapma hakkını tanıdığı 7 Mart 1579 tarihli mektubu.. Verilmemesi gerekirdi.. Verilmesini ise zayıflık bedbahtlık olarak yorumluyorum. Bunun anlamının bakın o tarihte size neler vermiştik yine isterseniz hatta daha fazlasını da verebiliriz mi yoksa bakın biz ne kadar büyük devlettik size izin vermiştik mi anlamına geliyor siz karar verin.

*Ülkemizde Cumhuriyet gelenekleri (duruş, yürüyüş, saygı gibi..) ile alay edenler.. Yüzyıllardır aynı gelenekleri sergileyen İngiltere Kraliçesinin yanına gittiğinde davranış, duruş, yürüyüş protokolleri ile kostümlerine bakınız… Ne kadarda mutlular, gavur ananelerini yaparken, uygularken!!!

*Türkiye’de erkek eli sıkmaktan uzak duran first leydimiz, kraliçenin huzuruna giderken kraliçenin kocası herhalde Edinburg dükü ile aynı arabada, eşi ise kraliçe ile birlikte başka bir arabada seyahat ediyorlar.. Bu olay hasbelkader olsa bile Türkiye’de yaşanma ihtimali var mıdır? Yoktur! Türkiye’de çok mutaassıp görün ama İngiltere’de kraliçenin protokolü diye kendi çevrenden tasvip görmeyen hareketler yap! Böyle aksaklıkları-yanıltmaları Türkiye’de kim sorguluyor acaba..

*Türkiye’de kravat takmayı içine sindiremeyen bir kesimden geldiğini bildiklerimiz, İngiltere kraliçesinin huzuruna çıktıklarında tüm bunları unutuyorlar. Kravat takmayı frenk icadı diye giymeyenler, kraliçe huzurunda kuyruklu ceket (frak), papyon, yine daha önce mazhar olunan bilmem ne İngiliz nişanını kuyruklu ceketin sol yakasına, açılışlarda gördüğümüz kordela benzeri kırmızı bir şeridi de (ne işe yarıyorsa!!) kuyruklu ceketin içinden sağ koltuk altından çapraz bir şekilde göbeğinin üstünden geçtiği görülmektedir. (artık buna sünnet çocuğu mu dersiniz, boca juniorslu futbolcu forması mı dersiniz, güzellik yarışmasında biri mi dersiniz, deyin ne derseniz deyin..)

*Türkiye’de bir çok devlet erkanı geleneklerine ve protokollerine karşı çıktıklarını bildiğimiz bu düşünce tarzlı insanların başka ülkelerin geleneklerine ne kadar da çabuk adapte oluyorlar! Benim anlamadığım yoksa bunlar Türk ve Müslüman değiller mi? Yada bugün söylediklerini yarın unutuyorlar mı?

*Hadi türbana ben tamamen karşıyım her ne amaçla takıyor olsa da ben karşıyım. Ancak first leydimiz zeytinyağı renginde, bir zeytinyağı fıçısı gibi sarıp sarmalanarak (esasında tam anlamı ile görünüşü.. filmlerde olur hani kaza yapmış insanın bir gözleri açıkta kalacak şekilde, yatakta her tarafı alçı ve bandajlı yatar. İşte öyle birini düşünün ama ayakta dikildiğini ve beyaz bandaj üzerine hakiki sızma zeytinyağı boca edildiğini düşünün..tıpkı bu görüntüde..) ayrıca ayağında -tesettüre dahil olup olmadığı bilinmeyen- 15 cm. topuklu ayakkabılarla sarayın merdivenlerinde düşecekti neredeyse,. Ancak yardımlarla en sonunda kraliçenin karşısında zorla tay-tay durabildi!!! Görgüsüzlük. Tam bir komedi. Hatta traji-komedi.. Yahu hadi sana sarayın merdivenlerinin dar olduğu söylenmedi diyelim ama çoluk çocuğa karışmış, boyundan büyük çocukların var, bir cumhurbaşkanı eşisin, üstüne üstlük önemli protokole gidiyorsun… 15 cm. topuklu ayakkabılarınla orada ne işin var ve ne yapacaksın? Sana hiç yakışıyor mu? Genç kız mısın sen? Ya da genç kızlığını yaşayamadığın (erken evlendiği için ) mi böyle abuk sabuk giyiniyorsun, hem kendini, hem kocanı hem de Türk Milletini orada rezil ediyorsun? Allah size akıl versin, bize de sabır.. Ne diyeyim ki? %50 utansın!

*Bir de lütfetmiş İngilizler o gece Londra’nın simgesi imiş mi neymiş, bilmem ne dönen-dolab’ın ışıklarını kırmızı beyaz yapmışlarmış mış da.. ne kadar güzel olmuşmuş da.. Cumhurbaşkanımız ve ailesi hayran kalmışlarmış da.. Birlikte çocukları ile bu dolabın önünde fotoğraf çektirmek için yarıştılar!! Allah akıl fikir versin.. Yahu senin makamın nedir? Farkında değimlisin? Sen sokaktan geçen alalede biri misin? Bu hareketler size yakışıyor mu? Sonra İngiltere dönen dolaptaki 10 tane lambayı değiştirmiş kırmızı yapmış diğerlerini de beyaz yapmış.. Nolmuş yani yaptıysa? Türkiye Cumhuriyetine tarlamı bağışladılar ki bu kadar sevindirik oluyorsunuz? Yani İngiltere 10 tane “ampulü” değiştirdi diye takla atmadığınız kaldı neredeyse… Görende İngiltere’yi fethettiğinizi sanacak!
 - Zahmet edip, bizim ülkedeki çok değil bir “patlak ampulü” değiştirseler, bizim ülkemizde karanlıktan aydınlığa çıkacak ama neredeeee? %50 mi dediniz?



İsmail Memiş
24.11.2011
14.00

23 Kasım 2011 Çarşamba

DERSİM (İSYANI)'İ ALDIM!



DERSİM! BU İSYANA NE DERSİN!


Dersim İsyanı ile ilgili RTE eline bir iki kağıt almış işte belge diye kürsüden böğürüyor! Durduk yerde 1937’li yıllarda ordu ve hükümet niçin böyle bir operasyon yapmak için harekete geçti acaba diye düşünmeden sanki İngiliz Hükümeti veya Ermeni Hükümeti dış işleri bakanı edası ile kendi geçmişini suçluyor.. Yazık… A benim güzel kardeşim; Atatürk, durduğu yerde canı mı sıkılmış ki, “hadi len gidip Dersim’e dersini verip, oraları bombalayalım”mı demiş?  Bunu ima eden, böyle başbakan nasıl olur yahu? Başka ülkede olacak dakikada alaşağı ederler ve yargılarlar! Orada, Dersim’de (Tunceli) o tarihte neler yaşandığını ve kurulan taze Cumhuriyetin geleceğine (Dış güçlerinde desteği ile özellikle İngiliz ve ABD..) KAST edenlerin olduğu, oradaki Kürt tabir edilen kesimin tıpkı bugünkü gibi kullanılmaya her zaman müsait bir toplum olduğu, bugünkü PKK örneğindeki gibi hiç mi akıllarına gelmiyor? Bu isyanlarının neden hep “Kürt İsyanı” şeklinde su yüzeyine çıktığı, neden akıllarına hiç gelmez? Yoksa işlerine mi gelmez? Ama bunları başımıza musallat eden efendilerinin amacı başka.. Atatürk’ü ve Cumhuriyeti yıkmak, (ki buna iş çevreleri, STK denilen ne idüğü belirsiz gruplar ve basın çanak tutmaktadır..) tek gayeleri bu.. Bu işbirlikçi hainler banka hesaplarını bayağı şişirdiler artık, zaten HALK da tam bir “mal”, beyni akşam-sabah bunların denetiminde, “garip içerikli” tv.leri takip etmekten sünger gibi olmuş, çalışmıyor.. Kısaca; “ortam” hazır yani.. Hatırlıyorum da; 2007 seçimlerinde de benimle yakından konuşabilen arkadaşlarıma ben söylemiştim.. Eğer AKP iktidardan uzaklaştırılmaz ise (seçim öncesi veya sonrası, CHP-MHP koalisyon yapmazlar ise..) Ülke 10 yılda bölünecek, eğer birleşirlerse 20 yıl sonra bölünecek demiştim, çok iyi hatırlıyorum… Şimdi 2011 Kasım ayı itibari ile dediklerimin olmadığına mı yanayım yoksa olduğuna mı?

Belki de tıpkı Orhan Pamuk gibi.. Başbakanımız Nobel’e oynuyor ve onun için bu yaraları kaşımaya, Atatürk’e kara çalmaya çalışıyordur. Çünkü Pamuk “çıtayı yükseltti”.. “1 Milyon Ermeni’yi kestik” lafı ile tekrar Nobel alamayacağını O da biliyor.. Artık yeni bir şeyler söylemesi lazım.. Al sana fırsat! 1937 yılında Atatürk emri ile CHP hükümetinin böyle bir olaya giriştiğini, orada bilmem ne kadar (güya sivil vatandaş) Kürt öldürdüğünü, bu sünger beyinli halka yuttur… Nasıl yapacaklar bunu? Şöyle; (olmayan) beyinlerimizi sulandırmak, bulandırmak ve düşünemez hale getirmek için basın ile birlikte el ele yapıyorlar, çok da güzel oluyor sanki!!!..  Hükümetin bu yaptıkları da düpedüz ihanettir, hem vatana ihanettir, hem bu millete ihanettir… CMUK’da veya TCK’da bunun yeri olması gerekiyor, eğer onu da kaldırmadılarsa!! Böyle bir Hükümet mi olur Allahaşkına? Yurdun dört bir yanında Ermeni kiliselerini onartıyor bunun için kaynak akıtıyor… Azınlıklarla ilgili her türlü kanunu Ülkenin tam zararına çıkarıyorsun.. Avrupalının gelip sana yapacaklarını söylemesine sesini çıkarmıyorsun, sonra CHP’yi ve Atatürk’ü suçlayıcı bir biçimde Dersim olaylarını bir -İngiliz Dışişleri Bakanı edasıyla- ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorsun…Kerdeş sen nesin, nerelisin, kimsin?

Artık CHP’nin içinden bir Tunceli Milletvekili her nasılsa bölücü ağzı ile konuştu ya.. Tamam bunlar, (yani AKP Takımı!) mal bulmuş mağribi gibi üzerine atladılar.. Aslına bakarsan öyle bir milletvekilinin CHP içinde ne aradığını da sorgulamak lazım ya orası da ayrı bir konu… Kılıçdaroğlu’nun akrabası falan mı acaba? Neyse.. Cumhurbaşkanı İngiltere’de kraliçe ile aynı süslü faytona binerken, 10 numaralı evin önünde paltosunu bir o

yana bir bu yana sallayaraktan yürürken görülüyor. Zaten kendisi İngilizler’in en iyi hizmetkarı ödülünü mü ne geçenlerde onu almıştı, yanılmıyorsam! Ayrıca Maliye Bakanımız

da İngiliz vatandaşı, çok şükür… Bu İngiliz severlik modası bizi fena sardı… İngilizlerde Ülkemiz içindeki İsyancı Kürtleri çok sevdiklerine göre, bizim yöneticilerimizin de İsyancı Kürtleri çok sevmeleri doğal değil mi? Tam bu esnada (CHP’li milletvekilinin densizliği üzerine) Başbakan RTE’de burada tam da İngilizlerin çok memnun olacağı bir biçimde ağzına almış “zulüm” tabir ettiği Dersim Olaylarını (aslında KÜRT İSYANLARINI görmezden gelerek) meydanı boş buldu, Kılıçdaroğlu’da Tuncelili ya atıp tutuyor.. Nasıl olsa Kılıçdaroğlu bir şey söyleyemez diye.. Çünkü Kılıçdaroğlu için aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık… Aslında ya bıyığa tüküreceksin, ya sakal tarafına.. Ama Kılıçdaroğlu iki tarafı da idare etmeye çalışıyor ki en yanlışı da bu kanımca… Nerede durduğu belli değil.. merak ediyorum RTE’ye bu konu ile ilgili nasıl bir cevap verecek?

Bunlar bir müddet sonra PKK’lıları öldürdük diye de özür dilerler.. Az kaldı, onu da yapacaklardır.. Çünkü zihniyet belli! Bu ülkeyi Cumhuriyeti 88 yıldır yıkmak isteyip de yıkamayan “batı ve onun yılmaz uşakları” en nihayetinde elverişli ve ihanete yatkınlığı bırak en küçük hücresine kadar ihanet dolu, ve bunu gözünü kırpmadan, bu millete bu vatana yapabilecek güruhu milletin içinden cımbızla seçmişler..Önümüze de koydular. 100 yıl uğraşsan bu kadar hanini bir araya, bir çatı altına toplayamazsın. Ama “batı” tabir edilen devletler maşallah bunları iyi biliyorlar, iyi etüd etmişler, sütlerinin ne kadar da “bozuk” olduğunu yakından takip etmişler ve bunlara kesintisiz ekonomik destek vermek sureti ile Ülke sahte bir refaha kavuşmuş. Borç almışız ve onu üretmeden, zevkimize kullanmaya başlamışız. Kısaca.. Bu ülkeye bu kadar kısa zamanda bu kadar ağır bir zararı daha önce kimse vermemiştir, verememiştir!
Adamlar gözümüzün içine bakarak geçmişimize, Atatürk’e küfrediyor…
Eeee.! Bu kadar da olmaz.. Gerekli bir “dip dalgası” acilen bekleniyor!



İsmail Memiş
23.11.2011
17:40

2 Kasım 2011 Çarşamba

Sormayın, sinir oluyorum...!!



1 – Belediyelerin verdikleri inşaat ruhsatlarında her apartmanın zemin katı otopark olarak gösterilir. Müteahhitin veya binayı inşa edenin “YÜKLÜ” bir bağışı ile belediyelerin böyle yerleri konuta çevrilmesine müsaade etmeleri ve bunlara oturma ruhsatı vermeleri..
Buna sinir oluyorum..
2 – Belediye aldığı bu paraları o halkın araçları için zorunlu park yapması gerekirken sanıyorum -deprem vergileri- gibi başka alanlara harcamaktadır. Çünkü yapılmış çağdaş bir otopark henüz en azından benim bulunduğum şehirde yok!
Buna sinir oluyorum..
3 – Otopark-garaj olması gereken böyle yerlere iskan verilmesi sonucu her evde en az bir adet bulunan taşıt araçlarının sokaklara park etmesi anlamına gelmektedir.
Buna sinir oluyorum..
4 - Müstakil evlerde ikamet etme gibi bir alışkanlığımız tamamen yok edildiği için, zenginliğin, lüksün ve şatafatın çoklu apartman katlarında oturmaktan ibaret olduğunu sanan aslında bir nevi hapishanelerde yaşadığımızın farkında olmayan zavallılarız.
Buna sinir oluyorum..
5 – Yukarıdaki nedenlerden dolayı sokaklarımızın çoğu çift taraflı park haline getirilmesi sonucu itfaiye ve ambulansın geçmesi mümkün olmamaktadır. Belediyenin bu sorun için -en azından yaşadığım yer için öyle- parmağını kıpırdatmadığını görüyorum..
Buna sinir oluyorum…
6 – Kendi yaşadığım şehir için konuşuyorum. Adam 250 bin lira para verip ev alıyor ayrıca 100 bin liraya aldığı lüks aracını da evinin bulunduğu sokağa (bir de yer bulabilirse) park ediyor.
Buna sinir oluyorum..
7 – Toplam 4 katlı apartmanımızda bulunan evini satarak evinin karşısında (6 metre genişliğinde bulunan yolun karşısı) yeni yapılan şimdiki oturduğu ev gibi betonarme bir eve taşınmak isteyenlere de sinir oluyorum..  (Kardeşim mademki 4 beton duvar arasında oturacaksın, otur oturduğun yerde veya çıkacak içen müstakil, kapıdan çıkınca ayağın toprağa veya çimene basan, kapısından tek senin girebildiğin bir yere al oraya yerleş.. Apartmandan, 6 metre uzaktaki karşı apartmana taşınmak ne demek?
Buna sinir oluyorum..
8 – İster büyük olsun ister küçük bir şehir olsun, evden çıktığımda, bana ayrılan yoldan yani kaldırımdan yürümek sureti ile şehri yaya ve bisikletli olarak dolaşabilmeliyim. Şehrin şehir olduğunu anlayabilmem için.. Kaldırımlarda bir ağaca bir direğe veya portakal sandığına, masa-sandalyeye çarpmadan bunların hiç biri benim önümü kesmeden yürüyebilmeliyim, tüm şehri adım adım dolaşabilmeliyim.. Hangi şehrimizde bu yapılabiliyor?.. Hiç birinde..
Buna sinir oluyorum..
9– Deprem olduğunda herkes korkuyor.. korkunun ecele faydası yok ki..Akılsız başının cezasını sen çekeceksin..Mala tamah edersen, birini oğlun için, birini kızın için, birini damadın için, ikisini kiraya verip gelir elde etmek amacıyla, 2 kat irtifası olan yere derme-çatma, 6 kat KAÇAK olarak bina dikersen ve buna yerel belediyeler oy kaygısı uğruna çanak tutarlarsa sonunun nereye varacağını sanıyorsun ki? Sen ölmeyip, şehirlerde (kalmasa bile) tek katlı üzeri kiremitli evinde oturan, ihtiyar nene-dede mi ölecek? Tabii ki sen öleceksin? Ölümün yaşla bir alakası olmadığını ve aklını işlettiğin müddetçe “tesadüfi ölümlerden” çok da uzak duramayabileceğini hala öğrenemedin mi benim güzel kardaşım?
Buna sinir oluyorum..
10 – Çöplerin toplanmasında boşalmış piller gibi ağır metallerin, camların, plastik şişe ve poşetlerin, ev ve sanayi tipi yanık yağların ayrıştırılmadan birlikte toplanmasına aldırdığın yok ama depremden korkarsın! (1999 depreminde Zeytinburnu yakınlarında 14 katlı binanın 5. katındaydım bulunmama rağmen depremden korkmuyorum!) Ben de dahil dükkanlardan aldığımız eşyayı naylon poşetlere doldurup taşıyoruz.. Neden kağıt poşet istemeyiz veya file veya benzeri özel taşıma torbalarını evimizden getirip, bunlarla eşyalarımızı eve taşımayız! Bunun için neden ilgili mercilere baskı yapmayız da sadece DEPREM dediğin yer küremizin bir nevi sabah yataktan kalktığımızda yaptığımız gibi arada sırada GERİNMESİ olduğunu unuturuz hep!
Buna sinir oluyorum..
11– Cep telefonları kanser yapıyormuş, beyin tümörü yapıyormuş!! A benim canım evladım.. Sittin senedir, tv. radyo yayınları, cep telefonu vericileri, uydu yayınları, telsiz roleleri, evinde bulunan elektrik tesisatı, tv.ler, kablosuz modemler, bilgisayarlar, bluetoothlu cihazlar, uzaktan kumandaların kullandığı infrared ışınları, evlerde, mikro dalga fırınlar, evinin elektrik tesisatı, evinde kullandığın lcd-plzma tv.ler bunlar hepsi “elektromanyetik dalga” yaymaktadır. Ayrıca bu araç-gerecin ve tv.lerin üretimi esnasında ve otomobillerimizin çıkardığı havada “sera etkisi” yaratan gazlar fazlası ile serbestçe salınmaktadır. Daha çok LCD tv. alırsan, daha çok klima alırsan tüm bunlara eş daha çok elektrik tüketirsen daha çok “sera gazı’nın atmosfere yayılması demektir. Tüm bunlara ilaveten tlevizyon yayınlarındaki bayağılık, yediğin GDO’lu yiyecekler, radyasyonlu çaylar mideni hiç bulandırmıyor, bunların sana zararı hiç yok! ama cep telefonları KANSER yapıyormuş!!! Yapma be! Le de git işine!!! Kendimize güldürmeyelim ve komik olmayalım! İşte böyle edebiyata..
Buna sinir oluyorum..
Bu yazıyı sonuna kadar okumazsanız, faysbuk’dan olmaz, bizzat gidip belediye başkanınızın boşluğuna işaret parmağınız ile DÜRT’mez iseniz size de sinir olurum…Haberiniz olsun!!



İsmail Memiş
02.11.2011
11.51

15 Eylül 2011 Perşembe

İSTANBUL'DA "BOMBA" GİBİ BİR YAŞAM!!...



         "İstanbul Bahçelievler’de E-5 üzerinde seyir halindeki bir otobüsten atılan paket patladı. İstanbul'un en işlek karayolunda saat 15:00 sıralarında meydana gelen patlamada ölen ya da yaralanan olmadı. Olay yerinde maddi hasar meydana geldi. Polis patlamanın ardından bölgeyi güvenlik şeridine aldı. E-5 karayolunun bir kısmı trafiğe kapatıldı.
         Olay yerinde bulunan görgü tanıklarından alının bilgiye göre; seyir halindeki otobüsün şöförü üzerinde "bomba vardır" yazılı bir paketi dışarı fırlattı. Paket düştüğü otobüs durağında patladı."

Odatv.com
15.09.2011


              Haberi okuyunca aklıma geldi:
            Rastgele yaşamak için; İstanbul.. Başına ne geleceğini bilmeden yaşamak için; İstanbul.. Her an ölümle burun buruna yaşamak için; İstanbul.. Her an hangi tinerciden bıçak yiyeceğini bilmeden dolaşmak için; İstanbul.. Köşeden nasıl bir tehlikenin çıkacağını bilmeden yaşamak için; İstanbul.. Adranalin tavan yapmış şekilde yaşamak için; İstanbul... İstanbullular (alınmasın ama) tesadüfen ve rastgele yaşıyorlar. İstanbul'un her sokağı, caddesi birer Holivud film stüdyosu, maşallah..
            Sahi, hükümet İstanbul'un bu yönünün pazarlamasını neden yapmaz?.. Çünkü çok sakin ve planlı yaşayan bu tekdüzelikten canları çok sıkılan bir çok yabancı ülke vatandaşının olduğunu biliyoruz. Hiç olmazsa onların da hayatına bir renk gelir, tekdüzelikten kurtulurlar. Ayrıca bu fikrime rağbet edeceklerini de iyi biliyorum.
            AKP Hükümeti, göreyim seni, bir el atıverde pazarlayıver şu İstanbul'un bu yönünü... Sen yaparsın çünkü önceki yaptıkların senin referansın!!

İsmail Memiş
15.09.2011
23.50

14 Eylül 2011 Çarşamba

BASUR



              Bu dinci tayfası, garip anadolu insanını sömüre sömüre, yok demokrasi, yok özgürlükler, yok ithal edilen frenk malları, araba üretimi olmayan Ülkem için duble-yol yapımları.. (Not: Tam yeri geldi bir bilgi paylaşayım sizinle; 1970'lerin başında İzmir Belediye Başkanı vardı, adı Osman Kibar idi. Bir önceki TFF Başkanı Mahmut Özgener'in büyükbabası olur. Ancak İzmirliler onu "Asfalt Osman" olarak bilirlerdi.. Yolları asfaltlayarak uzun yıllar İzmir'de AP'den Belediye Başkanı olarak görev yaptı. Çünkü en kolay oy yolları asfaltlamak ile alınırmış. RTE'de o hesap, Asfalt Osman'ın izinden gidiyor.) yok askerden hesap sorma.. ayakları ile bizi neleri yutturdular. Sonunda 12 Eylül 1980'i mumla arar duruma düşürüldük.
             "Özal Devri" öncesinde cep telefonunun ne olduğu bilinmez iken  ev telefonu (bazı yerlerde manyatolu, bazı yerlerde çevirmeli olanlar) için 2-3 yıl sıra bekleniyordu. Çünkü Ülkenin belkide 1/100 hanesinde telefon ya vardı ya yoktu. Doğal olarak telefon dinlemeleri de daha azdı, bu dinlemeler suça yönelenlerle sınırlı idi. Şimdi her evde enaz 5 telefon, yada kişi başı en az iki gezer (mobil) telefon ortalaması ile mutlu mesut yaşıyoruz, denebilir mi? Demekki kişi başı telefonların artması veya donumuzu dahi ithal giymemiz, duble yollarda arabın benzinini kullanarak, Almanın otomobilini sürmemiz yaşam kalitemizi yükseltmeye yetmiyor(muş). Bu teknoloji bizim gibi ülkelerin (özellikle Müslüman olanların yada tam anlamı ile Rusya'dan kopamayan demir perde ülkelerinin) güdülmesini daha da kolaylaşıyor(muş). Çünkü sistematik olarak üretmeden tüketmeye alıştırıldık. Bunun bizi bir zaman sonra yok edeceğinin ise şu an bir çoğumuz farkında değil. (Yazarın bu konuların farkında olması veya olmaması pek bir şeyi değiştirmiyor ne yazık ki..) 
              2001 yılında, 80 Yıllık Türkiye Cumhuriyeti 200 Milyar Dolar "iç-dış" borç toplamı ile bu AKP Hükümetlerine devredilmiş idi. Borç yiğidin kamçısıdır, deyimine bir sarıldık, sarılış o sarılış, (patladı gitti!) bırakmak mümkün değil.. 10 yılda ise borcumuzu (maalesef özelleştirme gelirleri hariç!) 400 Milyar Dolara çıkarmayı başardık!! Bravo bize, bravo AKP hükümetlerine.. 
             Ne demiş atalarımız; "tatlı tatlı yemenin acı acı yellenmesi olur." İşte bu baskı ve zulüm yukarıda bahsettiğimiz "acı acı yellenmedir". Hatta bunun bir ileri safhasına ise pek yakında geçileceğini tahmin ediyorum. Adını boşuna düşünmeyin ben söyleyeyim:  "BASUR"  (İyileşmesi için keskin bir neşter, neşterin vurulduğu yerden ise "kan" çıkmadan düzelmez!)  

İsmail Memiş
14.09.2011
19.05

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İZLENECEK YOL







              Türkiye Devleti 30 yıldır hala "nasıl bir yol izleyeceğini" bilemiyorsa.. Pes diyorum!... Terörün tek çözümü var. Bunu bir çok terör uzmanı ve emekli askerler, bazı akademisyenler sıkça dile getiriyor. Ben bir daha sıralayayım ki siz de hatırlamış olun:

1 - Önce sınır güvenliğini alacaksın,
2 - Kuzey Irak devletini bu pislikleri dağıtması ve kamplarını kapatması için hemen şimdi uyaracaksın,..
3 - Kuzey Irak'da ne kadar Türk firması varsa geri çağıracaksın, Türk menşeeli bir toplu iğne bile orada kalmayacak, petrol boru hattını ve sınırları kapatacaksın, ticareti keseceksin,
4- Kuzey Irak’daki yönetim sana büyük ihtimalle isteklerine cevap vermeyecektir. Akabinde ABD ile masaya oturup, "bıçağın kemiğe dayandığını" gerekirse savaşı da göze alarak anlatacaksın, masaya yumruğunu indireceksin, daha da ileri aşamada güya NATO üslerini, füze kalkanını önüne koyacaksın..
5- Aynı problemi PKK’nın bir numaralı destekçilerinden diğer “elebaşı” AB'ye de anlatacaksın. AB'ye üyeliği tamamen askıya alacaksın, gümrük birliğinden çıktığını açıklayacaksın..
6- Baktın her iki "cenah" da hala anlamamakta direniyor! Başka yollara gideceksin..
7 -Örneğin; NATO'dan çıkacağını, üsleri kapatacağını, Türk Hava Sahasının kullanılmayacağını, ABD ve diğer yabancı resmi veya gayri-resmi görevlilerinin Türkiye’de sıkı takibini yapacaksın, adım attırmayacaksın gibi tedbirlere başvuracaksın..
8 - Bu arada TSK ve Özel Harekat birimleri sınır ötesi (veya K.Irak işgali için..) hazırlığını yapacak, 2012 yılı Mart ayında Kuzey Irak'a (analarının tepelerine Mart karı yağdırmak üzere!) kimseye sormadan, bodoslama topyekün Silahlı Kuvvetlerinle gireceksin. Önüne kim gelirse "süpüreceksin", bu güne kadar verdiğimiz 30-40 bin şehide istinaden bir o kadar daha şehit vermeyi göze alıp, (son defa) Kuzey Irak'ı hallaç pamuğu gibi atacaksın!!..
9- Gerekirse ABD ordusu ile de savaşmaya hazır olacaksın.. Ha herru-ya merru.. Her gün ölmektense, bir kere ölürsün!
10 - 40 yaşın altındaki herkesi askere alacaksın..
11 - Kuzey Irak'da tampon bölge oluşturursun, bilmem kaçıncı paralel ile bilmem kaçıncı meridyen arasında -ADB'nin daha önce yaptığı gibi..- uçuşları, araç ile seyahati, hatta “koyun otlatmayı” dahi yasaklarsın... (tüm bunların masraflar içinse içeride vergileri, ÖTV’yi arttırırsın, gelirlerine göre gerekirse içeriden para toplarsın, ben gönüllü bir aylık maaşımı hatta daha fazlasını vermeye hazırım mesela, ama sonunda “iş” yani terör bitecek! yarıda kalmayacak..)
12 - Terör Örgütünün iç-dış “siyasi ilişkilerini” kestikten sonra tüm “parasal ilişkilerini” de kesersin..
13 - Paran yetmez ise Almanya'da çalışan vatandaşlarımızdan, Deniz Feneri misali para toplarsın ama geri vermek üzere! ve bu  “ikinci kurtuluşu" finanse edersin..
14 - Kuzey Irak'da ki terör örgütü yöneticileri başta olmak üzere teslim olmayanların hepsini bertaraf edersin yani öldürürsün, örgütün hafızasını ele geçirirsin, ve tüm ölülerini, teçhizatını, dokümanlarını, arşivini ibreti alem için filme alıp, tamamını tv.lerden “pirime time” da (istemezler ise zoraki..) yayınlatırsın..
15 - Kuzey Irak'ın işinin bittiğini ve sıranın içeriye geldiğini söylersin, ima edersin ki eşek değiller ya, herhalde anlarlar, birilerinin kulağına su kaçar..
16- İşte tam bu sırada İmralı'dan bir haber gelir, Apo’cuk kendini yatak çarşafı ile kapıya asmıştır!! Mefta olmuştur kendisi.. Bu haber “cuk” yerine oturur…
17 - Güney Doğu ve Doğu'da sıkıyönetim ilan edip bismillah! diyerek temizliğe başlarsın.. Bu temizlik esnasında “yabancı ajanları” ve “misyonerleri” en önemlisi de “Fetullahçıları” aradan çıkarıverirsin! Temizlik bu uzun sürebilir! Nerede biterse, orada bırakırsın! Bunu gören kendini "Kürt Halkı" diye tanıtıp, “barış”, “demokrasi”, “halkların kardeşliği” ayakları ile “özerklik” ilan eden, o şerefsizleri yakalarsın ve Silivri-2’ye doldurursun.. BDP ve onun öncesinin devamı niteliğinde olan bütün milletvekillerinin -emekli olanlarda dahil- TBMM emekli paralarına, maaşlarına ve bunlarla edindikleri mallarına el koyarsın..(Bunları gerekirse Şehit ve Gazilerimize dağıtırsın..)
18 - TV'lerin tamamında "Kürt Halkı", "sayın terörist başı" "kürt kimlliği" "özerklik" "iki halk", "halkların kardeşliği" gibi bölücü safsatası kelimeleri kullanan kürt şovenlere ve bunları öven yayınları yasaklarsın, uymayanlar için kanalı kapatma sebebi sayar, ağır yaptırımlar uygularsın.. (ya bu deveyi güdecekler, ya bu diyardan gidecekler!)..
19 - Güneydoğu sakinleyince oraya Türkçe okuma-yazma seferberliği, konut seferberliği başlatırsın. (Mesela "Işık Evleri"ni "Türk Işık Evleri" olarak değiştiren bir projeyi devreye sokarsın yada ona benzer şeyleri..) Artık İstanbul'a, Marmara Bölgesi’ne fabrika kurmayı yasaklarsın, fabrikaları güneydoğuya kaydırırsın, vergilerden muaf tutarsın, gerekirse Güneydoğunun tüm illerini birbirine bağlayan demiryollarını inşa edersin.. Batıdan gönüllü olarak topladığın emeklileri oraya yerleştirir ve halkı feodaliteden kurtarmak için eğitirsin..falan..falan...
20 - Al sana 2023 yılına kalmadan gelir dağılımını adaletli yapan, nispeten huzur ve barış ortamında yaşayan, işi, ekmeği olan bir Türkiye yaratmış, yeniden inşa etmiş olursun.. En başta ise hepimizin, Türk Milletinin tüm bunları isteyerek (katlanılması zor ve çekilmesi daha zor acıları çekeceğimizi bilerek) katlanır akabinde çok çalışırsak başarırız!
Ne demiş atalarımız: "TIRNAĞIN VAR İSE BAŞINI KAŞI" yoksa bekle (bir otuz yıl daha) o güzel başına daha neler geleceğini!!! 

        
İsmail Memiş
20.08.2011
20.01

19 Ağustos 2011 Cuma

HAYDİEE! BİR-İKİ, BİR-İKİ SOMALİ'YE, BİR-İKİ!!


         




          Bugün akşam haberleri izlemek için televizyonu (Habertürk) açtım ki, bir de ne göreyim?.. Somali'ye çıkarma yapan pek kıymetli mega sanatçılarımızdan Ajda Pekkan hanımefendinin burnuna mikrofonu dayamışlar, bir yandan sıcaktan olacak, "ben buralara hangi gazla geldim" der gibi bakışlar, silikonlardan olsa gerek neredeyse üfleyip püfleyecek, makyaj ise aktı akacak.. (Ama merak etmesin RTE kesinlikle bu yapılanları unutmaz, sizler, kıçımın kenarı sanatçılar, ağzınızı açık tutun gökten her an mama yağabilir!..) Mega Starımız mikrofona yumuşak bir ton'da (sıcaktan herhal..) Somaliye gelmekten büyük "keyif" aldığını söyledi.Tabii ya orası sayfiye bölgesi.. Zaten keyif almak için gidiyorsun değil mi?  (Kadıncağız sıcağı görünce Bodrum mu zannet ne! Bu yüzden "keyf" almış olmalı.) Bizim buralarda bir deyim vardır, onu söylemeden geçemiyeceğim: "Keyf eşekte olur" derler.. (Bu keyf veya keyif sözcüğünü olur olmaz kullanan kişilerin alnının ortasına içimden parmağım ile dürtmek geliyor. Kim ne derse desin.)
           Sonra bir başka sahne... Bir kaç eli yüzü düzgün, (Somali protokolden birilerinin eşleri de olabilir veya alelacele bunlar da "aç Somalili" diye bizim heyete yutturmaya çalışıyor da olabilirler!..) temiz sayılabilecek giyimli kadınlarla heyetin yine büyük sanatçılarından biri Sertab Erener ile mega Ajda Pekkan hoplaya zıplaya şarkı söylüyorlar! Sanırsın ki oraya konser vermeye gitmişler. Bunlarda sevenleri, kendilerini havalimanında karşılamışlar, konser salonuna kadar bekleyememişler ve hemen oracıkta şarkı söyletiyorlar! Aman yarabbi! Yaptıkları resmen şebeklik! Batı tarafından sömürüle sömürüle dramatik bir yokoluşa doğru hızla ilerleyen Somali'ye oynamaya mı gittiler yada orada son yüzyılın sefaleti ve açlığının hüküm sürdüğünü kendilerine söyleyen olmadı mı acaba? Belki de böylelikle Somali'ye moral veriyorlardır, kim bilir? Sonra Somalli'nin ki canda bizim şehitlerimizin ki patlıcan mı diye düşünüyorsun. Sen Türkiye'de şehitler, gaziler için kılını kıpırdatma Somaliye (konsere.. pardon!) yardıma koş! Keşke Türkiye'de de şehit cenazelerinde böyle hoplayıp, zıplayıp şarkı söyleseler, bizde dinlesek, şehit yakınları da üzüntülerini böylece atmış olsalardı, ne kadar iyi olurdu değil mi? Acımızı hafifletirlerdi, teskin olurduk en azından..
          Bunun ardından tekrar medarı iftiharımız Ajda Pekkan hanımefendi, temkinli bir şekilde Somalili bir çocuktan uzak duruyor ama elinde bisküvi midir, çukulata mıdır nedir, bir paket ve onu çocuğun önüne koymaya çalışıyor. Eee! kardeşim o kadar uzak durursan o yiyecek paketini çocuğa nasıl vereceksin? Neyse çocuğun kucağına atar gibi bıraktı ve sağ eliyle de aynen "okşar gibi" çocuğun kafasının 1/8'ine elini dokundurması ile çekmesi bir oldu. Cısss! Mega sanatçımız, kimselerin yapamayacağı, hatta yapmaya cesaret dahi edemiyeceği çok önemli bu görevide yerine getirmiş oldu. Zor oldu ama bunu bileğinin hakkıyla başardı, bence kendisine üstün hizçmet madalyası vermek lazım! Maşallah bu hanımefendi bu kadar zor görevleri arkası arkasına yerine getirdi. Bilgisayar oyunu gibi!! İnanılmaz! Nasıl başardı, valla bravo! Sanki köpeğin önüne yemek koyuyor, hırlayıp elini ısırmasın diye bırakıp, kaçacak.. O derece yani!!.. A be kızım sen neden sığındığın yada kendini tecrit ettiğin boğaz sırtlarındaki malikanenden dışarı çıkarsın, bırak dışarıyı bir de Somaliye gelirsin! Sende hiç akıl yokmu? Böyle bilmediğin, tanımadığın alışık olmadığın, güya yardım yada RTE'nin karizmasını düzeltmesine yardımcı olmak için peşine takılıp, oralara kadar gidersin. Otur oturduğun yerde.. Bilmediğin diyarlara gitme.. Sen sen ol bundan böyle İstanbul, Bodrum ve Nice'den başka bir yere sakın gitme yoksa seni "ham" yaparlar!!! Yada gitmeden önce lütfet de GATA yı bir ziyaret orada gazilerimiz üzerinde bir alıştırma yap ki böyle müşkülpesent durumda kalma, elin ülkesinde...
          Gelelim havalimanının bir diğer köşesine; orada da yere çömelmiş vaziyette RTE'nın kızı, (ismini hatırlamıyorum) yanında aynı şekilde eşi Berat Albayrak. (şu Çalık Grubunun CEO'su olan damadı mı onu da tam bilmiyorum.) Damat beyin elinde bir kraker poşeti (markası Ülker'in mi acaba?) içinden çıkardığı krakerleri, yere oturmuş, siyahi Somalili çocuğun ağzına itina ile bırakıyor. Bunlarda Ajda Hanım gibi çocuğa ne çok uzaklar ne de çok yakınlar.. Çok yaklaşırlarsa, ısırır, cırmalar diye mi korkuyorlar, anlamadım? Yine yavru bir köpek besler gibi elindeki krakerleri tek tek yediriyor, yerde oturan -tv. de gördüğümüz perişan Somalili çocuklara göre- nispeten iyi durumda ki bu çocuğa.. Ayıp olmayacağını bilse herhalde eline krakerleri dökecek ve çocuğa ağzı ile alıp yemesini isteyecek.. Çünkü böyle yaptığı takdirde işi uzun sürecek gibi.. İşte böyle..
          Belki de ben yanlış görmüş olabilirim veya kamera açıları hatalı idi ne bileyim...Bunu tam olarak çözemedim, ama "beyaz cam"da görünen bu.. ("cam" kameranın kısaltılmışı değil, bildiğimiz kırılan "cam" anlamında!!)
           Derken ben de fazla dayanamadım.. Bir haller oldu, mideme....Yüzyılın sanatçısı Nihat doğan ise bir şeyler anlatıyor kamera arada bir uçağın kanadını gösteriyo, Muazzez Ersoy'un ise ne yapacağını görmek için daha fazla (bekleyemedim) dayanamadım ve kusmak için lavobonun yolunu tuttum. Böğğğğggtttt!!!

İsmail Memiş
19.08.2011
21.10

RTE'NİN TERÖRE CEVABI..



14.08.2011 -Başbakan : “Ramazan nedeniyle sabrediyoruz”
17.08.2011 -Hain saldırı ve 12 Şehit haberini alınca;
17.06.2011 -Başbakan; “Ramazanla ilgili sabrımız tükenmiştir”
17.08.2011 gecesi boşaltılmış bir kaç hedefi (güya sınır ötesi harekat yapıyormuş gibi..) uçaklarla bombalamak!! Peh! Dostlar alışverişte görsün! Dünyanın en büyük yalancısı ABD'nin, şıracı olan BOP Eş Başkanı.. Olacak o kadar!!

Tüm bu gelişmelerden sonra;

Terör Örgütü ise sormuş,
-Adın ne?
-Mülayim!
-Sert olsan ne yazar" diye cevap vermiş olabilir mi?
Olabilir, terör örgütünün ağzı torba değil ki büzesin!!! Bir tarafını b(d)üzsen, bir tarafından patlak verir!

7 Ağustos 2011 Pazar

K I Y A S (CHP Genel Başkanları ve RTE)

 


"Başbakanın 1 Milyar Doları var." Rahmi Koç
"Başbakanın 1 Milyar Doları var." Tuncay Özkan
"Başbakanın İsviçre'de 8 ayrı banka nesabı var! Wikileaks Belgeleri (ABD Büyükelçisi Edelman, 30.12.2004)


      Şimdi bunlar sadece bir söylentiden ibaret değildir. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Birbirinden alakasız bir gazeteci, bir iş adamı ve bir ABD Büyükelçisi bunları (bi taraflarından uydurup) söylememiştir. Bu kişiler birbirleri ile siyasi bağı bulunamayacak kadar zıt kutuplardadır. Bu insanların dillendirdikleri bu iddianın kanıtı ise RTE'nin bu kişilere karşı dava açmamasıdır. "Kendi üslubunca cezalandırma" yoluna gitmesinin (birini Silivriye göndermesi..) anlamı işte burada yatar. Bu yazıda ihalelerden alınan komisyonları, yandaşların zengin edilmesini, çocuklarına açılan elmas dükkanlarını, alınan gemicikleri, damadına devletin parası ile aldığı medya imparatorluğunundan, TEKEL'in satışından, TÜPRAŞ'ın satışından bahsetmiyorum bile... Bu paranın (1 Milyar Doların) 2011 yılı itibari ile 10 yıllık bir iktidar boyunca kaça katladığını ben hiç yazmıyayım.. Siz hesap edin! Sadece birbiri ile alakasız bu üç ayrı kişinin net ve açık beyanları var ki bunlardan Tuncay Özkan'ın başına ne geldiğini hepimiz biliyoruz. Diğer ikisine ise RTE'nin "dişlerini geçiremediği" apaçık ortadadır.Yoksa şimdiye kadar onları da içeri tıktırırdı!

Yazının başlığına boşuna KIYAS demedik, işte KIYAS:

Sırasıyla CHP'nin GENEL BAŞKANLARI;
 
1 Mustafa Kemal Atatürk 11 Eylül 1923 10 Kasım 1938

Celal Bayar * 10 Kasım 1938 26 Aralık 1938       (GEÇİCİ GNL. BAŞKAN)
İsmet İnönü 26 Aralık 1938 8 Mayıs 1972
Kamil Kırıkoğlu * 8 Mayıs 1972 14 Mayıs 1972   (GEÇİCİ GNL. BAŞKAN) 
3 Bülent Ecevit 14 Mayıs 1972 30 Ekim 1980
Mustafa Üstündağ * 30 Ekim 1980 16 Ekim 1981 (GEÇİCİ GNL. BAŞKAN)
4 Deniz Baykal 9 Eylül 1992 18 Şubat 1995
5 Hikmet Çetin 18 Şubat 1995 11 Eylül 1995
Deniz Baykal 11 Eylül 1995 22 Nisan 1999
Cevdet Selvi * 22 Nisan 1999 23 Mayıs 1999      (GEÇİCİ GNL. BAŞKAN)
6 Altan Öymen 23 Mayıs 1999 30 Eylül 2000
Deniz Baykal 30 Eylül 2000 10 Mayıs 2010
Cevdet Selvi * 10 Mayıs 2010 22 Mayıs 2010      (GEÇİCİ GNL. BAŞKAN)
7 Kemal Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010 
              Şimdi gelelim en acıklı soruya....

              Onlarca yıl TEK PARTİ olarak bu Ülkeyi yönetmiş, Cumhuriyetin Kurucusu olan CHP'nin 9 Eylül 1923 yılında kurulmasının hemen ardından sırasıyla genel başkanlık yapanların isimleri (geçici genel başkanlarda olmak üzere) yukarıya sıraladım. Sıfırdan bu ülkeyi var etmiş, bir yerde bu ülkenin sahibi olan CHP'nin tüm genel başkanların mal varlıklarını toplasak ve alt alta yazsak acaba RTE'nin son 10 yılda edindiği mal varlığına yetişebilir mi?
İşte halk olarak önce bunu kendimize sormamız gerekir. Bunu sorabildiğimiz zaman bu belayı başımızdan def etmiş oluruz. Önemli olan bu soruyu sorabilmektir. Ülkeyi kuran ve uzun süre tek başına yöneten CHP'nin 7 genel başkanın mı mal varlığı daha çoktur, yoksa son 10 yıldır bir şekilde iktidarda gelip-çöreklenen RTE'nin mi mal varlığı daha fazladır?
 
(Not: Yazık! 80 yıllık CHP'nin Genel Başkanlarını toplasak bir RTE bile etmez! Siz (CHP) hiç mi nasıl çalınıp-çırpılır konusunda bir belediyede dahi staj yap(a)madınız! Çok yazık!)

İsmail Memiş
07.08.2011
16.05


26 Haziran 2011 Pazar

BALBAY VE HABERAL; BİRER "SARI ÖKÜZ"DÜR!..

                26.06.2011 günü CHP lideri Kılıçdaroğlu bir festivalde konuşmuş: Vakur duşumuzu sergileyeceğiz, 550 MV.linin 28.06.2011 günü saat 15.00'a kadar Mecliste hazır olmasını bekleyeceğiz.. gibi bir şeyler söylemiş.. Söylediklerini ben tam olarak anlamadım dersem yeridir. Muğlak bir ifade kullanmış. Lafı evelemiş, gevelemiş..Sert çıkar gibi yapmış ama yine de bir aralık kapı bırakıyormuş gibi de yapmış..gibi..gibi..
               Bir kere daha hatırlatmakta yarar var.... SARI ÖKÜZ meselesini (fıkra gibi gerçeği) herkes biliyor. BALBAY ve HABERAL isimli sarı öküzleri yanına alarak meclise girmelisin!. Onları feda etme.. Eğer edersen, TSK gibi sonra başını duvarlara çok vurursun! İş işten geçmiş olur, eşeğini Niğde'ye sürmek zorunda kalırsın!

İsmail Memiş

26.06.2011
16.20


28.06.2011 Tarihli Hürriyet'in İnternet Sayfası'dan alınmıştır.


25 Haziran 2011 Cumartesi

ŞEYTAN AZAPTA GEREK




                CHP bu Meclisi veto etmeli... Neden veto etmeli? Çünkü bu iktidar artık muhalefete bile oyun sahası bırakmamakta kararlı! Dar alanda kısa paslaşmalar dahi CHP-MHP'ye yasak! Daha, daha, daha fazla RTE en azından benim gözümde S.O.S vermeye başlamış, bu SOS'un artık lezzeti kalmadığı gibi mide bulandırmaya da başlamıştır. RTE ve Kılıçdaroğlu'nun (bugün) birlikte katıldığı bir toplantıda; konuşmasını yaptıktan sonra kendisini dinlemeden salondan ayrılan RTE'ye Kılıçdaroğlu hiç kızmasın, zaten bu adam küfürbaz ve saygısız biriydi. Saygıdeğer biri olsaydı ve bu saygısızlığı gösterseydi o'na kızılabilirdi. Çok iyi bildiğimiz bir zat olduğu için buna değmez..
                RTE, politikada taa baştan beri saygısızlığını itina ile muhafaza etmiş kıymetli bir Devlet büyüğüdür. Diğer yandan, AKP-PKK güdümündeki sözde bağımsız mahkemeler, maalesef eli kanlı teröristleri, biz vatandaşlara, hiç de utanmadan "cami hocası" diye yutturmaya çalışacaktır, (hatta 2007 seçimlerinde) yutturmuşlardır da.!. İşte bu yüzden yapılacak yegane hareket VETO'yu masaya getirmektir. Muhalefet, CHP ve MHP birlikte bunun gereğini yerine getirsinler. Hiç kimse merak etmesin, milletvekilleri yemin etmeyince, MV. sayılamayacakları için seçim tekrarlanır, bir başka seçim yapılır ve o seçimde muhalefet yerini alır. Böylelikle bu karar  RTE'nin kafasına "dank" eder, aklını başına devşirir, ayrıca mahkeme de kararını (belki) gözden geçirir, düzeltir. Eğer CHP, Silivri'de ki arkadaşlarımız olmadan biz meclise girelim, diğer üyelerimiz yemin etsin, meclis maaşından, emekliliğinden yararlansınlar, hele sonra bir bakar, inceleriz, derler ise, emin olun, AKP o değişikliklerin arasına neler koyacak ve Cumhuriyetten daha ne ödünler verilecek, herkes görecek!.. CHP-MHP'den ne ödünler alınacak kimse tanmin bile edemeyecek.  Bu muhalefet için hazırlanmış bir tuzaktır. Dikkat!(Dikkat çekmemin nedeni bu ödünler şimdiki CHP yönetimi ile daha da kolay olacağı inancındayım.)
              Şu10-15 gün çok kritik, tekrar çok uyanık olmakta büyük yarar görüyorum. Çok dikkat etsinler, CHP-MHP meclise girdikleri anda  ellerindeki yegane silahı kaybedecekler ve mecliste AKP şeytanı ile başbaşa kalacaklardır. BALYBAY'ı, HABERAL'ı ve ALAN'ı almadan Meclise girmek, bu partilerin sonu da olabilir. Halkın şiddetli tepkisini ve antipatisini alırlar. Demokratik yollarla şeytana azap çektirmek gerek! Zaten şeytan azapta gerek! Benden söylemesi...

İsmail memiş

25.06.2011 
22.30