28 Aralık 2010 Salı

DİLİMİ EŞEK ARISI SOKSUN!

 
Hayat Gemisi mi, yoksa Yaşam Gemisi mi? Önce aralarında tereddüt ettim ancak fark ettim ki; “Yaşam” kelimesi salt benim yaşamımı, “Hayat” kelimesi ise yeryüzündeki tüm insanların yaşamını anlatıyor., O kelimelere bu anlamları ben yüklüyorum veya düşüncemde ben öyle şekillendiriyorum. Yada her ikis birden.. “Hayat” her ne kadar Arapça bir keleme de olsa, bazen yerini, anlam derinliğini Türkçe kelimelerle doldurmak zorlaşabiliyor. Bizler için usumuzda yer etmiş bu sözcükleri öncelikli kullanmak biraz kolaycılık. Belki de devletlü büyüklerimiz -tereddütsüz- yabancı menşeli bu sözcükleri kullanarak, kulaklarımızda yer etmesini sağladılar, bilerek veya bilmeyerek.. Bu yüzden arınıp, kurtulamıyoruz bir türlü, ne zamanki kurtulmaya çalışsak, bazı zibidilerin ürettiği (ilk aklıma gelen, çok oturgaçlı götürgeç=otobüs gibi..) sözde öz Türkçe garip, anlaşılması ve okunması zor bu kelimeler önümüze konuyor ve puff! Geldiğimiz yere geri dönüyoruz.
Artık bizi –dilimiz konusunda- öyle yordular ki, özümüze, öz Türkçemize uyum sağlamamız bu saatten sonra da çok zor. Peki ya yeni yetişen nesil? Onlarda, -kabusumuz mu , kurtuluşumuz mu bilmiyorum- İngilizcenin baskısını altındalar.  Yeni nesil bundan pek şikayetçi de değil. En basitinden, bilgisayarlarında kullandıkları (QWERTY) klavyeden biliyorum. Fonetiğimize uygun harf dizilişine sahip, “(F) klavyenin” ne olduğunu ise bilmiyorlar.. Geçenlerde, bilgisayarımda kullandığım (F) klavyenin resimlerini çekip, sosyal paylaşım sitesine koymuştum, bunu gören bir tanıdığımızın 11-12 yaşlarındaki kızı; hayret dolu ifade ile “Aaaa,  siz bunun ile mi yazıyorsunuz, nasıl?” Dedi. Yeni yetişen genç kitle bu klavyeler arasındaki farkı da bilmiyor, onlara pek kabahat da bulamıyorum. Bilseler veya öğretmenleri dikkatlerini çekmiş olsa, ısrarla (F) harfi ile başlayan klavyeyi kullanmak isterler, eminim.. Türkçemizi ancak bu şekilde akıcı ve hızlı yazabiliriz. (QWERTY) ile bu olanaksız..Türkçe okuyup yazan bir toplum olarak, İngiliz harf dizimini kullanan klavye bize dayatılmış, zorla kullandırıyorlar! Hiçbir aydın, yazar, entelektüel veya köşe yazarı bu zorla dayatmayı dile getirmiyor. Burada hakkını yememek lazım, Hıncal Uluç bir çok kez köşesinden dile getirdi bu vurdum duymazlığı.. Sonuç; kimsenin  umurunda da olmadı!
(F) klavye ile haşır neşir olması gereken çağımızın gençliği, bu harf dizilişini tanımıyor, yaşamına neler katacağını da düşünemiyor bile!..  Kısaca, eski ile yeni arasında fark yok.. Eskiden Arapça-Farsça kökenli kelimelerin bolca kullanıldığı dilimize, son yıllarda İngilizceden direkt alınmış veya melez diyebileceğimiz (yarı İngilizce, yarı Türkçe), dilimizi yozlaştıran, ucube bu sözcükleri de kullanır olduk. Kültürümüzün yozlaştırılması sonucu dilimize yabancılaştırılmamız muhakkak ki birilerinin işine yarıyordur! Bu başkalaşıma uğrayan dilimizin diğer adı şu olabilir; “İnternet Yazışma Dili”! Yoksa; neden durduğumuz yerde, güzelim dilimizi parçalayalım, özellikle yazı dilimizde, sessiz harflerden arındırılmış, böyle ilgisiz harflerin kullanıldığı (W-Q-X gibi..), melez kelimeleri türetip, bunları kullanalım?
Bu durum birilerinin işine yarıyordur ,elbette, yoksa büyüklerimiz bizi neden uyarmazlar, ön almazlar, anlı şanlı aydınlarımız niçin sus-pus otururlar! Hep söyledim, AB-D’nin etkisinden çıkamayan Türk Hükümetleri tarafından uzun yıllardır yönetiliyoruz, -böyle giderse- daha da çok yönetileceğiz, orası da ayrı bir konu.. Hep onlar bize bir perspektif veriyorlar, yapmamız gerekeni söylüyorlar, istemesek de bize yaptırmak istediklerini bir şekilde yaptırıyorlar. Ama seve seve ama çeşitli ikna yolları ile… Bu ikna yollarından biri de ekonomidir! Sağ olsun hükümetlerimiz de “Bize neler oluyor” sorusunu sorma gereği bile duymuyor. Etki altında kalmamıza rağmen itiraz etmiyor ve sorgulamıyoruz ki, zaten dış güçlerin istediği de bu.
Bütün bunların yansıması, iç politikada ve siyasi arenada eğer bakarsanız kolayca görülebilir. “İki bayraklılık”a itiraz edilmediği gibi, nasıl ki “iki dillilik”e de önce itiraz edilmedi, tepkiler artınca, hükümet kanadından -geçiştirme amaçlı- cılız itirazlar geldi. Yine Kuzey Irak’ta Türk Subaylarının başına"çuval geçirilme" operasyonuna da hiç ses yok! "İsrail'in gemi baskını" yapıp, 9 vatandaşımızı öldürüyor. Siyasilerimiz ise ağızlarını doldura doldura “uluslararası mahkemeye” verdiklerini beyan ediyorlar. Ki uluslararası mahkemelerin bu güne kadar ki verdikleri kararları, bizi tatmin edicilikten uzak olduğu göz önünde bulundurulursa, bu manevralardan bir sonuç alınamayacağı, iç kamuoyunu oyalamaya yönelik olduğu kolayca anlaşılır. Yine, anlı-şanlı NATO toplantılarının birinde, Türk Subaylarının önüne Türkiye’nin bölünmüş, parçalanmış haritasını çıkarıp koydular. Hükümet kanadımız sadece: suların akmadığı zamanlar, musluktan gelen ses gibi bir ses çıkarmıştır! Tıssssss! Sonuç? Yine tıssss…
Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, sen kendi kültürüne, diline, örf-adet ve anane’ne sahip çıkamaz isen, dilini iyi kullanmayı öğrenemezsen, “elin dili” ile konuşmaya-yazmaya başlar, daha sonra bunun ikinci aşamasında “elin dili ile düşünmek”  gelir ki işte bu felaketimiz olur! Dört nala yaklaşan bu “felaket tellalcısı”na ait atın ayak sesine kulak verelim, bu yaklaşan sesleri iyi analiz edelim. Çok geç olmadan “uygulanabilir” bir “sonuç” çıkartalım.

28 ARALIK 2010
01:25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder